
iki kısım insanlar
Mehmet Bina
Cenâb-ı Hakka vasıl olanlar, Cenâb-ı Hakka vâsıl olamayanlar. Cenâb-ı Hakka vâsıl olamayanlar zahiren ibadet ederler. İbadetleri çoktur, sehere kalkanlar bile vardır. Fakat kalb vaziyetleri inkişaf etmemiştir. Her şeyi kendilerine mal ederler. Ben yaptım, ben ettim vs. derler. Kardeşlerini lâyıkıyla sevemezler. Hâlbuki hakiki bir kul her şeyin Cenâb-ı Hak’tan olduğunu bilir. Mademki Cenâb-ı Hakk böyle güzel ikramlar yapmış bize, biz de olmayanları bu yola girmesi için teşvik edeceğiz, böyle arzu edeceğiz.
Bilhassa muvaffak olabilmek için yegâne şart ve basamak, Kur’an’ı Kerim ahkâmına çok dikkatli olmak. Gaflet muvafık değil. İnsan bastığı yeri muhakkak bilmesi lâzım. Cenabı-ı Hakk neyi emretti, neyi yasak etti, bunun üzerinde titizlikle titreyeceğiz. Kuru kuruya ben dervişim demek kâfi değil. Bu hususlara dikkat edeceğiz ki tam terakki edelim.
Bu hususlara dikkat ettikten sonra haram ve helâl mevzuunda da dikkatli olacağız. Davranışlarımız muhakkak helâl olacak. İnsan dikkat ederse Cenâb-ı Hakk her türlü kolaylığı lütfü ihsan eder.
Daha sonra azimli olacağız. Dünya meşgale yeridir. İnsan her gün hoşlandığı veya hoşlanmadığı bin bir gaileyle karşılaşır. Sırasına göre aileden mutazarrır olur, ailesi itaatli olmaz; zenginken fakir düşer. Bazen fakirken zengin olur. Fakirken zengin olanlar şımarmamalı, yine kulluk vazifelerini ifa etmelidirler. İnsan sıhhatliyken sıhhatsiz hale düşer. Fakat azimli olursa kulluk vazifesini yürütür. Bir kul ne kadar Cenâb-ı Hakk’ın yolunda olursa Cenâb-ı Hakk onun sadrına dünyadayken o kadar çabuk inkişaf verir. Her şey ona hoş gelir. Hiçbir keder onu sıkmaz, her şey tatlı gelir.
Seherlerde kalkacağız, teheccüd namazımızı ifa edeceğiz. En az iki rekât… Arzu edenler dört veya altı kılarlarsa nurun alâ nur. Sonra manevî dersimizi seve seve yapmamız lâzım. Adet yerini bulsun diye yapılan namaz niyaz pek muvafık değildir.
Bazısı vardır der ki: “Ben yirmi senedir namaz kılıyorum ama zevk alamıyorum.” Bunun sebebi var: Ya harama helâle dikkat etmiyor veyahutta namazın ehemmiyetini idrak etmiyor. Namazın ehemmiyeti idrak edilirse ondan çok büyük tefeyyüzler cereyan eder. Manevî ders de böyle… Seherlerde kalkacağız; ne emredilmişse harfiyen onu icra etmek lâzım.
Ders yaparken de gönlümüzü tam Cenâb-ı Hakk’a vermemiz lâzım. Öyle bir an ki o, tam Rabbimizle beraber olunan bir an… Cenâb-ı Hakk ile her zaman beraberiz amma tabii o zaman daha istisnai bir zaman ve zemin olmuş oluyor. O şekilde gönlümüzü vereceğiz.
O sırada ne ukba, ne dünya, ne aile, ne çoluk çocuk, ne ana, ne baba, ne evlat, ne komşu… Tamamen kalbimizden çıkaracağız. Tam, hakiki zikir olmuş olur. Böyle boynumuz bükük olarak Rabbimize iltica edeceğiz. (altınoluk)
BU SU, ODUN ATEŞİYLE DEĞİL, GÖNÜL ATEŞİYLE ISINMIŞ
Bir kış günüydü, Kadı Mahmûd, biraz gecikerek kalkmıştı.
Bu sebeple hocasının suyunu ısıtmaya vakit bulamadı. Büyük bir üzüntüye gark oldu ve gözlerinden yaşlar damladı.
Gayr-i iradi bir şekilde su testisini göğsünün üzerine bastırarak "ALLAH" lâfzını söylemekten başka bir şey yapamadı.
O esnada hocası kapıda göründü.
Kendisinden abdest suyunu getirip dökmesini istedi. O da çaresiz ve iradesiz bir şekilde bu emre baş kesti ve büyük bir endişe içinde suyu hocasının ellerine dökmeye başladı.
Su, mübarek ellerine değer değmez ÜFTÂDE HAZRETLERİ, yavaşça başını kaldırdı ve talebesinin kaygılı hâline nazar ederek tebessümle:
"- Su biraz fazla ısınmış evlâdım! "dedi.
Buna pek şaşıran Kadı Mahmûd Efendi, hafif bir sesle:
"- Nasıl olur efendim? Suyu ısıtmamıştım ki!" dedi. Üftâde Hazretleri de:
"- evlâdım! Farkında değilsin; Bu su, odun ateşiyle değil, gönül ateşiyle ısınmış! " cevabını verdi.