Hz. Ayşe'nin Annesi Ümmü Rûman (R.Anha)
Mehmet Bina
Hz. Ebû Bekir’in hanımı ve Hz. Âişe’nin annesidir.
Hz. Ebû Bekir ile evlenmeden önce Abdullah b. Hâris b. Sahbere el-Ezdî ile evliydi. İslâmiyet’ten önce kocasıyla birlikte Yemen’deki Serat’tan Mekke’ye geldiler ve Hz. Ebû Bekir ile sözleşme yaparak onun himayesinde Mekke’de yaşamaya başladılar.
Bu evliliğinden daha sonraları İslâmiyet’i kabul edecek olan Tufeyl adlı oğlu dünyaya geldi.
Kocası vefat edince Hz. Ebû Bekir ile evlendi ve ilk müslümanlar arasında yer aldı.
İslamiyet’in ilk yıllarında Müslüman oldu. Sıkıntılı ve işkenceli günlerde Hz. Ebû Bekir’e destek oldu. Allah yolunda karşılaştığı bütün sıkıntılara sabretti. O kadar maddi manevi sıkıntılarla iç içe olduğu hâlde, bir sefer olsun hâlinden şikâyet etmedi.
Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir’le çok sık görüşürdü. İslamiyet’in yayılması hususunda onunla istişare ederdi. Bu vesileyle sık sık evine giderdi. Evinde, İslamiyet’in yayılması hususunda sohbet edilmesi, Ümmü Rûmân’ı (r.a.) çok sevindirirdi. Peygamberimize elinden gelen hürmet ve yakınlığı gösterir, evini şereflendirmesinden dolayı memnuniyetini ifade ederdi.
Hz. Hatice validemizin vefatından sonraydı… Peygamberimize Hz. Âişe ile evleneceği vahyedilmişti. Resûlullah (a.s.m.) bu bahtiyar aileyi ziyarete gittiğinde Ümmü Rûmân’a, “Âişe’yi koruyup ona iyi muamele etmenizi tavsiye ederim.” dedi. Ümmü Rûmân zeki birisiydi. Resûlullah’ın bu tavsiyesinde mutlaka bir hikmetin bulunduğunu tahmin ediyordu. Bundan böyle Hz. Âişe’ye daha bir ihtimam gösterdi. Fakat her nasılsa bir gün Resûlullah (a.s.m.), Hz. Âişe’yi ağlarken buldu. Onun böyle hıçkıra hıçkıra ağlaması Resûlullah’ın şefkatine dokundu. Yanına yaklaşarak, niçin ağladığını sordu. Aişe (r.anha), annesi yüzünden ağladığını söyledi. Peygamberimiz, Ümmü Rûmân’a döndü ve “Ben sana Âişe’ye iyi davranmanı söylememiş miydim?” buyurdu. Ümmü Rûmân (r.anha) mahcubiyet içerisinde, artık ona sert davranmayacağına dair söz verdi.
Bu hadiseden bir müddet sonra Osman bin Maz’un’un (r.a.) hanımı Hz. Havle, Resûlullah’a gelerek, Hz. Âişe ile nikâhlanması teklifinde bulundu. Peygamberimiz de bunu kabul ederek Hz. Havle’yi dünür olarak gönderdi.
Hz. Havle’ye kapıyı Ümmü Rûmân açtı. Havle’nin (r.anha) sevinç içerisinde olduğunu görünce, bunun sebebini sordu. Hz. Havle, “Ey Ümmü Rûmân, Cenâb-ı Hakk’ın hayır ve berekette sizi hangi mertebeye eriştirdiğini biliyor musun?” diye sordu. Ümmü Rûmân meraklanmıştı. Heyecanla, “Nedir o?” dedi. Hz. Havle, “Resûlullah, Âişe’yi istemek için beni size gönderdi!” diye müjdeyi verdi. Ümmü Rûmân bu habere çok sevinmekle beraber bir cevap veremedi. Havle’ye, Hz. Ebû Bekir’i beklemesi ricasında bulundu. Biraz sonra Hz. Ebû Bekir geldi. Hz. Havle ona da müjdeyi verdi. Hz. Ebû Bekir için Resûlullah’a kayınpeder olmaktan daha güzel bir şey düşünülebilir miydi? Teklifi kabul etti. Böylece Peygamberimizle Hz. Âişe validemiz nişanlandılar.
Gerek Hz. Ebû Bekir gerekse Ümmü Rûmân bundan böyle Hz. Âişe’ye daha bir dikkat gösterdiler. Onu Resûlullah’a eş olabilecek şekilde yetiştirmek için gayret sarf ettiler.
Bir müddet sonra Peygamberimiz (a.s.m.), Hz. Ebû Bekir’le birlikte hicret etti. Her ikisi de ev halkını Mekke’de bırakmışlardı. Çünkü beraber getirmeleri tehlikeliydi. Hicret’ten birkaç gün sonra, onları getirmenin yollarını araştırdılar. Peygamberimiz evlatlığı Zeyd bin Hârise’yi (r.a.), Hz. Ebû Bekir de oğlu Abdullah’ı bu iş için vazifelendirdi. Onlar Mekke’ye gittiler. Müminlerin annesi Sevde bint-i Zem’a’yı, Hz. Fâtıma’yı, Ümmü Rûmân’ı (r.anha) ve Hz. Âişe’yi alarak Medine’ye doğru yola koyuldular.
Bir ara Hz. Âişe’nin devesi kaçtı. Ümmü Rûmân (r.anha) çok üzüldü. Başına bir felaket gelirse Resûlullah’a ne cevap verecekti? “Eyvah kızcağızım! Eyvah gelinciğim!” diye çırpınmaya başladı. Biraz sonra deve sakinleştirildi. Bu küçük kafile yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı.
Ümmü Rûmân (r.anha), Mekke’de olduğu gibi Medine’de de Hz. Ebû Bekir’in en yakın desteği oldu. Bir yandan da Hz. Âişe’ye, kuracağı yuvanın mükellefiyetlerini, Resûlullah’a karşı nasıl davranması gerektiğini öğretiyordu.
Hz. Ümmü Rûmân, ibadete düşkünlüğüyle tanınıyordu. Çok namaz kılardı. Bir gün yine namaz kılıyordu. Fakat biraz sallanıyordu. Tam o sırada Hz. Ebû Bekir geldi. Onun namaz kılarken sallanmasını uygun bulmadı. Namazı tamamlamasını bekledi. Sonra da namazda sallanmamasını istedi ve bu hususta Peygamberimizden şu hadisi nakletti:
“Sizden biriniz namaza durduğu zaman herhangi bir yerini kıpırdatmasın. Yahudiler gibi de sallanıp durmasın. Çünkü dimdik durup sağa sola kıpırdamamak, namazı tamamlayan şeylerdendir.”
Peygamberimiz (a.s.m.), kayınvalidesine karşı çok saygı gösterir, bir evladın annesine nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranırdı. Bu büyük İslam kadını Hicret’in 6. yılında Medine’de vefat etti. Defin işiyle bizzat Peygamberimiz ilgilendi, kabrine o indirdi. Sonra da şöyle buyurdu:
“Kim cennet hurilerinden birine bakmaktan hoşlanırsa Ümmü Rûmân’a baksın. İlahî, Ümmü Rûmân’ın Senin yolunda ve Resûlünün uğrunda neler çektiği Sana gizli değildir.” [1]
[1]Tabakât, 8: 78, 276; el-İsâbe, 4: 451; Müstedrek, 3: 473.)