
Hicaz demir yolu ve Abdülhamid Han'ın Haccı
Mehmet Bina
1464 kilometreyi bulan Şam ile Medine arasına inşa edilen Hicaz Demir Yolu, 113 yıl önce bugün 1 Eylül 1908 tarihinde yapılan bir törenle bizzat II. Abdülhamid tarafından işletmeye açıldı.
AA muhabirinin farklı kaynaklardan derlediği bilgilere göre, Hicaz bölgesine demir yolu yapılmasına dair ilk fikirler 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya atıldı.
Hicaz kumandanı Osman Nuri Paşa, 1891'de İstanbul'a gönderdiği bir raporda, Cidde-Mekke arasına döşenecek bir şimendifer hattının bölge için gerekliliği ve önemi üzerinde durdu. Osman Nuri Paşa'nın bu raporu bir süre sonra üç kişilik bir komisyonda ele alındı ve makul bulunarak Cidde-Mekke arasında yapılacak bir demir yolunun özellikle hacıların yol boyunca çektikleri sıkıntıları ortadan kaldıracağı ifade edildi.
Hicaz bölgesine demir yolu inşasına dair en kapsamlı teklif 1891'de Ahmed İzzet Efendi'den geldi. O sırada Cidde evkaf müdürü olan İzzet Efendi sunduğu raporda, Şam'dan başlayarak Medine'ye kadar getirilecek bir demir yolunun Hicaz'a yönelecek dış saldırılarla bölgede çıkabilecek isyanlara karşı önemli bir savunma vasıtası oluşturacağını, aynı zamanda hac yolculuklarını da büyük ölçüde kolaylaştıracağını yazmaktaydı.
Sultan 2. Abdülhamid, ilgisini çeken bu teklifi incelemek ve görüşünü bildirmek üzere Erkan-ı Harbiyye Feriki Mehmed Şakir Paşa'ya havale etti. Mehmed Şakir Paşa, demir yolu hattının tahmini maliyetini de hesaplayarak geçeceği güzergahı gösterir bir harita ile padişaha sundu. 2. Abdülhamid, 2 Mayıs 1900'de yayımladığı bir irade ile inşaata başlanmasını emretti ve inşaat 1 Eylül 1900'de yapılan resmi bir törenden sonra başladı. İlk aşamada Şam'dan Mekke'ye ulaşması planlanan demir yolu hattının ileride Akabe ve Cidde'ye bağlanması, hatta Yemen'e kadar uzatılması düşünüldü.
Maliyeti böylesine yüksek bir projenin gerçekleştirilmesi için finansman meselesinin Müslümanlardan toplanacak bağışlarla çözümlenmesine, karar verildi.
İslam ülkelerindeki resmi-sivil birçok kişi bağış kampanyasına destek verdi ve ilk bağış 50 bin lira ile 2. Abdülhamid'den geldi. Çok sayıda memur kendi arzusuyla birer maaşını bağışladı. Osmanlı vatandaşları dışında başta Hindistan, Mısır, Rusya ve Fas Müslümanları olmak üzere Endonezya'dan, Singapur'dan, Güney Afrika'dan, Avrupa'daki bazı İslam cemiyetlerinden, Tunus, Cezayir, hatta ABD'den bağışlar geldi.
Ayrıca Fas emiri, İran şahı ve Buhara emiri gibi Müslüman devlet idarecilerinden de yardımlar yapıldı.
Bu geniş katılım, Hicaz Demir Yolu projesinin bütün dünya Müslümanlarınca benimsendiğinin bir işaretiydi. Bağışta bulunanları ödüllendirmek için İzzet Paşa'nın tavsiyesiyle nikel, gümüş ve altından Hicaz Demir Yolu madalyaları ihdas edildi ve bu madalyalar halkı bağış yapmaya yönlendirmede önemli bir rol oynadı.
Hicaz Demiryolu’nun 1 Eylül 1908'deki açılışın ardından, Hayfa-Şam hattında her gün, Şam-Medine hattında haftada 3 gün seferler düzenlenmeye başlandı.
Hattın inşası sırasında 2 bin 666 kâgir köprü ve menfez, 7 demir köprü, 9 tünel, 96 istasyon, 7 gölet, 37 su deposu, iki hastane ve 3 atölye yapıldı.
Sultan Abdülhamid’in Hazreti Peygamber'e saygısı
Sultan 2. Abdülhamid, başından sonuna büyük emek verdiği ve her aşamasıyla bizzat ilgilendiği Hicaz Demiryolu'nun Medine'ye yakın kısımlarında ise müthiş bir inceliğe imza attı.
Mukaddes topraklarda gürültülü çalışılmasının Hazreti Peygamber'in ruhaniyetini rahatsız edeceğini düşünen Sultan Abdülhamid, ray altına keçe döşetmişti.
Kaynak: TRT Haber, AA
Osmanlı padişahlarının hiç biri, dini hassasiyet sahibi olmalarına rağmen, hac görevlerini yerine getirmemişlerdir.
Osmanlı padişahların hacca gidememelerinin temel nedeni öncelikle siyasî ve askerî sebeplere müstenitti. Yol güvenliği ve zaman meselesi belirleyici bir etkendi. Sözü edilen nedenler yolculuğa izin vermeyen fıkhî fetvaların da dayanağı olmuştu.
İkinci Osman hacca gitme niyetini izhar ettiğinde kendisine ilk muhalefet eden en yakını, kayınpederi Şeyhülislam Esad Efendi olmuştu. “Padişahlara hac lazım değildir, oturup adaletle muamele etmek daha evladır…” demiş, fitneye fırsat vermemek gerektiğini fetvasına mesnet etmişti.
*
Bazı kitaplarda, Sultan 2. Abdülhamid Han Hz.lerinin hac yaptığı anlatılır.
Malum, Osmanlılar zamanında 1900'lü yıllarda, mukaddes topraklarda bugünkü gibi Otel sistemi yoktu...
Bu sebeple buralarda yaşayan halk, günlerce önceden şehir dışına çıkar, hiç tanımadığı bir yerden hac yapmak maksadı ile gelen kişileri karşılar, evinde misafir eder, her türlü ihtiyacını karşılar ve bundan da büyük şeref duyarlardı... İşte böyle bir hac mevsiminde (Takriben 1903-1904 yılları) Mekke halkı yine hacıları karşılamak üzere şehir dışına çıkmış...
Bu şahıslardan biri, gözüne kestirdiği uzun boylu, endamlı, sakallı, normal giyimli birisinin yanına yaklaşarak, kendisini evinde misafir etmek istediğini bildirip, eğer gelirse büyük şeref duyacağını söyleyerek rica minnet evine davet etmiş…
Gelen zat hac müddeti boyunca o kişinin evinde kalmış...
Hac zamanı bitiminde bu iki kişi helâlleşerek ayrılmışlar. Ayrılırken, hacı olan zat, hane sahibine bir kese altın hediye etmek istemiş... Hane sahibi bu altınları kabul etmek istememişse de, hacı olan zat fevkalâde ısrar edince, ev sahibi kabul etmek zorunda kalmış...
Bir de mektup bırakıp ev sahibine demiş ki:
“Bu mektubu ben gittikten en az bir gün sonra Mekke Emiri’ne teslim et!”
Hacı gittikten bir müddet sonra hane sahibi kendi kendine; “Allah, Allah! Ben kiiim, koskoca Mekke Emîri kim, bu mektubu yazan o hacı kiiim(!)” diye düşünmüş. Derken hanımı mektubu Mekke Emîri’ne muhakkak vermesi gerektiğini, aksi hâlde vebâl altında kalacağını söyleyerek beyini ikna etmiş... Neticede çeşitli mercilerden geçerek mektubu Mekke Emîri'ne vermiş... Emîr, mektubu açınca hemen ayağa kalkmış, selâm durmuş ve hane sahibine sormuş:
- Şimdi nerede bu misafir ettiğin zat-ı muhterem?
- Efendim, haccını tamamlayıp memleketine döndü.
- Bak mektup nasıl başlıyor: “Ben Harem-i Şerîfin Hâdimi Halîfe-i Müslimîn Sultan Abdülhamid Hân-ı Sâni ki...”
Bunu duyan adam bayılmış... Hayretler içinde kalmış! Meğer hac süresince rehberlik edip gezdirdiği zât Osmanlı padişahı, Sultan II. Abdülhamid Han hazretleriymiş… Sultan hazretleri yazdığı mektupta, emîre, bu zâta büyük bir bina verilmesini ve çoluk çocuğuna maaş bağlanmasını da emretmiş...
Görüldüğü gibi, II. Abdülhamid Hân’ın da devlet geleneğine ve hassasiyetine uygun davranarak düşmanı uyandırmamak ve halkı tedirgin etmemek için tebdil-i kıyafetle gizlice (tren yoluyla kısa zamanda kimseye fark ettirmeden) hacca gittiği anlaşılmaktadır.