
Ebu Eyyub-El Ensari Hz. Ve camisi
Mehmet Bina
Eyüp Sultan Camii 1458 yılında inşa edilen bir camidir. Eyüp Sultan Camii'nin 1458 ve 1459 yılları arasında ilk yapısı tamamlanmıştır. Daha sonra 1798 ve 1800 yılları arasında Eyüp Sultan Camii'nin ikinci yapısı tamamlanarak günümüzde ki görünümüne kavuşmuştur. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u feth etmesinden yaklaşık olarak 5 sene sonra Eyüp Sultan Camii'nin yapılmasına karar verilir. Eyüp Sultan Camii'nin olduğu bölgede Eyüp Sultan türbesinin olması, bu camiye ismi verilmesine sebep olmuştur.
** Eyüp Sultan Camii'nin 3 tane mimarı bulunmaktadır. Bu mimarlar;
- Fatih Sultan Mehmet
- Mimar Sinan
- Uzun Hüseyin Efendi
Eyüp Sultan Camii Fatih Sultan Mehmet'in emri ile birlikte yaptırılmıştır.
***Hazreti Halid İbn-i Zeyd Ebû Eyyûb El-Ensarî radıyallahu anh'ın silsilesi babası tarafından onuncu dedesinde, ve amcası cihetiyle sekizinci dedesinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri ile birleşmektedir.
Buharî ve Müslim rivayetlerine göre:
"Halid İbn-i Zeyd Neccar oğullarından "Ebû Eyyûb" künyesiyle maruf bir sahabi-i celildir. Akabe Bey'atında bulundu. Bedir, Uhud, Hendek harblerine katıldı. Bey'atü'r-Rıdvan ve bir çok mühim vak'alara iştirak etti. Kendisi gayet cesur sabırlı takva sahibi idi. Cihadı seven bir zat idi. Emevîler devrine kadar yaşadı. Medine'de sakin iken Şam'a nakl-i mekan etti. Muaviye'nin hilafeti zamanında oğlu Yezid'in "Konstantiniyye Seferi"ne mücahid olarak katıldı. Düşman ile karşılaşmaların bir çoğunda hazır bulundu. Nihayet hastalığının neticesinde vefat etdiğinde İstanbul surlarının dibine defnedildi.
**Hz. Peygamber fakir muhacirlere burada yemek verir, kendisine sunulan hediyeleri fakirlere burada dağıtırdı. Ev sahiplerine her vesile ile dua eder, onların bolluğa kavuşmalarını, huzur ve âfiyet içinde olmalarını dilerdi. Resûl-i Ekrem kendi evine taşındıktan sonra da zaman zaman Ebû Eyyûb’un evine misafir olurdu.
Ebû Eyyûb haksızlıklara tahammül edemez, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Cihad maksadıyla gittiği Mısır’da vali olan sahâbî Ukbe b. Âmir’in akşam namazını geç kıldırdığını görünce onu uyardı. Resûl-i Ekrem’in akşamı geç kıldığının zannedilmesine sebebiyet vererek halka kötü örnek olmamasını söyledi. Namazları müstehap olan vakitlerinde kıldırmayan Medine Valisi Mervân b. Hakem’e muhalefet eder, Resûlullah’a uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını açıkça söylerdi. Bir gün Ebû Eyyûb’u Resûl-i Ekrem’in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebû Eyyûbel Ensari Hz.leri, “Ben bu mezar taşına değil Resûlullah’a geldim. Onun, din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum” diye cevap verdi (Müsned, V, 422).
Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadığı halde Ebû Eyyûb el-Ensârî’den sadece 150 hadis rivayet edilmesinin iki önemli sebebi vardır. Bunlardan biri hadis rivayetinde çok titiz olması, diğeri de ömrünün savaşlarda geçmesidir. Kendisinin bilmediği bir hadisi Ukbe b. Âmir’den bizzat rivayet etmek için Medine’den Mısır’a kadar gitmesi, söz konusu titizliğin eşsiz bir örnektir.
**Resûl-i Ekrem -sallallah aleyhi ve sellem- Efendimizin hadis-i şeriflerinden:
- Bir tarafı kara, diğer tarafı denize bakan bir memleket vardır, işittiniz mi? Buyurunca ashab-ı kiram:
- Evet orası Konstantinîyye, yani İstanbul'dur demişlerdir.
Resûl-i Ekrem -sallallah aleyhi ve sellem- Efendimiz:
- Kıyamet kopmaz, taki Beni İshak'dan 70.000 asker tekbirlerle o şehre gaza edip fethetmedikçe.
- Konstantiniyye elbette feth olunacaktır. İmdi onun Emir'i ne güzel emirdir ve ordusu ne güzel ordudur.
Benim ümmetimden gaza için ilk denize binen asker öyle askerdir ki, o, amelleri sebebiyle onlara Cennet vacib olmuşdur, yani şübhesiz Cennet ve mağfiret kazandılar. Benim ümmetimden gaza için hazırlanıp kayser-i Rum'un memleketi olan Konstantıniyye'ye cihada giden askerde afv u mağfirete mazhar olmuştur.
(Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Ashab-ı Kiram, Erkam Yayınları)
** Peygamberler Sultânı’nı hâne-i saâdetlerinde yedi ay müddetle ağırlama bahtiyarlığına nâil olan Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh- başlangıçta Allâh Resûlü’nün, evinin üst katında kalması için ne kadar ısrar ettiyse de -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“−Yâ Ebû Eyyûb! Evin alt katında bulunmamız, bizim için daha münâsip ve elverişlidir.” buyurarak alt katta oturdular.
Aziz misâfirleri Allâh Resûlü’ne eşsiz bir hürmet ve muhabbetle hizmet eden Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh- ve âilesi, yattıkları yerin Peygamber Efendimizin hizâsına gelmesinden bile teeddüb ettikleri için, duvar kenarlarına sığınarak uyuyorlardı.
Birgün testileri kırıldı ve içindeki bütün su, zemîne döküldü. Suyun mübârek misâfirlerinin üzerine damlayıp da O’nu rahatsız etmesinden endişelenen Ebû Eyyûb Hazretleri, hemen tek örtüleri olan kadife yorganı aldı ve telâş içinde yerleri kuruladı. Sabah olunca da Varlık Nûru’na -sallâllâhu aleyhi ve sellem- üst kata çıkmaları husûsunda ısrarla ricâda bulundu. Resûlullâh Efendimiz:
“−Alt kat daha elverişlidir!” buyurdu ise de Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-:
“−Siz alt katta bulundukça biz üst kata çıkamayız!” dedi. Bunun üzerine, yerlerini değiştirdiler.
Ebû Eyyûb El-Ensârî ve âilesi, Peygamber Efendimizi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- misâfir ettikleri günlerde yemek pişirir ve kendisine ikrâm ederlerdi. Yemeğin kalan kısmı geri geldiğinde, Âlemlerin Efendisi’nin parmaklarıyla dokunduğu yerleri araştırır, bununla teberrük ederlerdi. Bir keresinde soğanlı veya sarımsaklı bir yemek göndermişler, fakat Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yememişti. Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh- yemekte Efendimizin parmak izlerini göremeyince, endişe ile yanına giderek:
“−Yâ Resûlallâh! O yemek haram mıdır?” diye sordu.
Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“−Değildir! Fakat, kokusundan hoşlanmadım. Çünkü ben meleklerle konuşuyorum.” buyurdu.
Bunun üzerine Ebû Eyyûb -radıyallâhu anh-:
“−Sizin hoşlanmadığınız şeyden ben de hoşlanmam!” dedi.
Ancak Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“−Siz onu yiyiniz!” buyurdu.
Bundan sonra Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bir daha o sebzeden yemek yapmadılar.
Bu hâl, Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, insanları ve melekleri hiçbir şekilde rahatsız etmeme husûsundaki incelik, nezâket ve hassâsiyetini ne güzel ifâde etmektedir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin Allâh Resûlü’ne olan hürmet ve ihtimâmı, Peygamber Efendimiz’in misâfirlik döneminden sonra da devâm etmiştir. Nitekim sırf Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:
“İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir!” (Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 468/8300) müjdesine nâil olabilmek için seksen küsur yaşında iken iki sefer İstanbul kuşatmasına katılmış ve sonradan gerçekleşecek fethin ilk neferlerinden olarak rûhunu bu yolda teslîm etmiştir. Vefât etmeden az evvel, kendinden sonra fethe gelecek İslâm askerlerine mübârek cesedleri ile dahî bir hedef gösterebilmek için etrâfındakilere:
“–Cesedimi, ayağınızın bastığı son noktaya gömün!” buyurmuştur. (ö. 49/669) (Kaynak: Hazret-i Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları)