Mehmet Bina

Dilenmek, Kıyamet Günü Suratında Bir Leke Gibi Görünür

Mehmet Bina

▪Bir gün Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yanına, Medine'li Müslümanlardan fakir bir adam geldi ve yiyecek bir şeyler istedi.

▪Efendimiz ona: Senin evinde hiç eşya yok mu? diye sordu.

Adam:

Var dedi. Bir kısmıyla örtündüğümüz, bir kısmını yere serdiğimiz bir çul, bir de su kabımız var.

▪Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.); Onları bana getir buyurdu.

Adam çul ile su kabını getirdi.

Peygamber Efendimiz onları eline aldı ve etrafındakilere:

Bunları kim satın almak ister? diye sordu.

Sahâbilerden biri onlara bir dirhem vereceğini söyledi.

▪Hz. Peygamber (s.a.v.): Artıran yok mu? diye birkaç defa seslendi ve iki dirhem verene onları sattı.

Parayı fakir sahâbîye uzatarak:

Bunun bir lirasıyla ailene yiyecek al. Kalan parayla da bir balta satın alıp bana getir buyurdu.

▪Adamın getirdiği baltayla Efendimiz kendi elleriyle bir sap taktı ve ona şunları söyledi:

Haydi şimdi git; bununla odun kes ve sat! On beş gün çalış; ondan sonra yanıma gel!

▪Fakir adam on beş gün sonra Efendimizin yanına geldi. On dirhem kazanmış, bu parayla kendine ve ailesine elbise ve yiyecek almıştı.

Peygamber Efendimiz buna çok sevindi ve ona şunları söyledi:

▪Dilenciliğin, kıyamet günü suratında bir leke gibi görünmesinden, böylesi senin için daha iyidir.

(Ebû Dâvûd, Zekât 26; İbni Mâce, Ticârât 25)

BİZDEN BİR ŞEYLER ÇALACAKTI, BİZ ONU ÇALDIK.

Tasavvuf büyüklerinden olan Mâlik b. Dînâr, gençlik yıllarında eğlence âlemlerinde bulunduğu, bir gece arkadaşlarının uyuduğu bir sırada ud çalarken duyduğu ürperti üzerine o yıllarda Basra’nın meşhur zâhidlerinden Hasan-ı Basrî’nin yanına gidip tövbe ettiği rivayet edilmektedir.

Diğer bir rivayete göre ise ölen kızının rüyasında ona, “Müminlerin kalplerinin ürperme zamanı hâlâ gelmedi mi?” meâlindeki âyeti (el-Hadîd 57/16) okuması üzerine tasavvuf hayatına yönelmiştir.

Malik bin Dinar'ın evine bir gün hırsız girdi. Hırsız çalabilecek mal ve para bulamadı.

Malik bin Dinar hırsızı dikkatle takip ediyordu. Hırsız ise, gözetlendiğinin farkında değildi.

Hırsız eli boş şekilde dışarı çıkacakken onu gözetleyen Malik bin Dinar, hırsıza şöyle seslendi:

"Sen eline alabilecek, çalabilecek dünyevi bir şey bulamadın. Bari ahiretteki bir şeyler kazansan da boş çıkmasan."

Hırsız, nasıl olacak bu deyince Malik bin Dinar "Gel abdest al" dedi. Adam abdest aldı. Haydi namaz için camiye gidelim dedi. Camiye gittiler. Namaz kıldılar.

Hırsızı ilk kez camide gören cemaat tanıyamadılar ve sordular Malik bin Dinar'a, "kim bu adam"?

Malik bin Dinar, şöyle cevap verdi: "O bizden bir şeyler çalacak kardeşimizdi. Ama biz onu çaldık.".

▪Mecnûn, Leylâ’sının köyüne gitmek için dişi bir deveye bindi. Bir süre yol aldılar.

Mecnûn’un bütün derdi, sevgilisinin köyüne bir an önce ulaşmaktı.

Dişi deve ise geride bıraktığı yavrularını düşünüyordu. Onun da tek derdi, bir an önce geriye dönüp yavrusuna kavuşmaktı.

▪Mecnûn bir an dalıp gittiğinde deve geriye döner, köye yavrularına kavuşmak için koşmaktaydı.

Mecnûn kendine geldiğinde, devenin yönünü tekrar Leylâ’nın köyüne doğru çevirirdi.

▪Bu yolculuk iki-üç gün böyle, iki ileri bir geri devam etti.

▪Mecnûn yıllardır yollardaymış gibi şaşırıp kalmıştı. Baktı ki bu yol böyle bitmeyecek, devesinden indi ve,

 ”Ey deve! İkimiz de âşığız, ama sevdiklerimiz farklı yerlerde. Biz birbirimizle yol arkadaşlığı yapamayız. Beraberliğimiz ikimizi de hedefe ulaştırmayacak. En doğrusu biz yollarımızı ayıralım” dedi ve deveyi serbest bıraktı.

▪Bu hikâyede Mecnûn insan ruhunu temsil eder.

Ruh rabbine âşık olduğundan ona doğru gitmek ister. Fakat nefis devesi ona devamlı engel olur.

▪Deve maddî arzuların peşinden koşan nefsin sembolüdür.

(Mevlana Hz.lerinin Mesnevisinden)

Yazarın Diğer Yazıları