
DELİNİN VELİYE TAVSİYESİ
Mehmet Bina
Bayezid-i Bestamî hazretleri. Büyük velilerden. Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüyor:
-Ne yapıyorsun?
Hizmetçi:
-Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum.
-Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin?
-Hastalığını söyle.
-Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah işliyorum..
-Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilâç hazırlıyorum..
Parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli,(!) Bayezid-i Bestamî hazretlerine:
-Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi.
Bayezid-i Bestamî hazretleri, delinin yanına sokularak:
-Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi.
Deli(!) şu ilâcı tavsiye etti:
-Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalb havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye... O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi.
Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri:
-Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler, deyip oradan ayrıldı.
Bu ilâç, halen günah hastası olanlara tavsiye olunmaya değer bir ilâçtır. Yani bu formülün hükmü hâlâ devam etmektedir.
YÜCE RABBİMİZ böyle delileri başımızdan eksik etmesin:)
HZ. ÖMER VE DAĞDAKİ KÜÇÜK ÇOBAN…
Hz. Ömer (r.a) bir gün yine yolları eline dolayıp çölde koyun otlatan bir çobanın yanına gitti... Baktı ki çoban 10-12 yaşlarında bir çocuk. Ama yüzü zührenin sevinci gibi pırıl pırıl... Tepeden tırnağa iman ve heybet abidesi bir kul... Hemen o güzel yavruyu yanına çağırdı. Önünde ufak bir tas içinde bulamaç gibi bir yiyecek duruyordu:
-Yavrucuğum, dedi, gel beraber yiyelim!
Çölün insanı arı gibi sokan sıcağın altında ve bunaltıcı hararete rağmen çocuk nafile oruç tutuyordu. Kuruyan dudakları usul usul kıpırdadı:
-Size afiyet olsun, ben oruçlu olduğumdan yemek yiyemeyeceğim!.
Büyükler Büyüğü sordu:
- A çocuğum! Bu sıcakta nasıl oruç tutuyorsun? Buna büyüklerin bile gücü yetmez!.
Kulluk şuuruna eren, gönlü hikmet nuru ile pırıldayan çocuk şu karşılığı verdi:
- Âhiretim için bir azık olur düşüncesindeyim!
Hazret-i Halîfe gönlünden bir “Ah!" etti ve onu daha değişik bir tecrübeye tâbi tuttu ve dedi:
- Bana şu koyunlardan biraz süt verir misin? Çocuk tebessümle cevap verdi:
- İşte buna imkân yok... Hayır! Veremem...
- Ama niçin?
- Şunun için ki bu koyunların sahibi ben değilim bunları ücretle güdüyorum. Efendim bana sütü ne yaptığımı sorar...
- Koyunun sütü yoktu veya döküldü der, efendim kandırırsın!
Çocuğun yüzünde birden celâl şimşeği belirdi ve hiddetle sesini yükseltti:
- Ben belki efendimi bu sözlerle aldatabilirim... Ya sonra? Her an her hâlimize vâkıf olan ve şu anda da konuşmalarımızı işiten Rabbimi nasıl kandırabilirim. O’na nasıl cevap verebilirim? Söyler misin? Çünkü ben O'nun kuluyum ve O'na döneceğim...
Hazret-i Ömer radiyallâhuanh'ın gözleri yaşlarla doluverdi... Tam istediği gibi birini bulmuştu.. Çölde koyun odlatan bir çoban böyle olursa artık şehirde nasıl olmaz..