CENNETLİK KADINLAR
Mehmet Bina
Peygamberimiz (s.a.v) bir gün ashabına, “Size cennetlik kadınların kimler olduğunu haber vereyim mi?” buyurdu.
Ashap, “Buyrun, haber verin yâ Resûlallah” dediler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu saadeti hak eden kadınları şöyle tanıttı:
“Onlar kocalarını çok severler. Onlara çocuk verirler. Bir kızgınlık anında veya kendisine kötü davranıldığında ya da kocası ona kızdığında elini kocasının elinin üzerine koyar ve ona, işte elim elinde; sen benden razı olmadıkça uyku uyumayacağım’ der.”
Böyle bir kadın karşısında eriyip yumuşamayacak ve kusurun biraz da kendisinde olduğunu söylemeyecek erkek çok azdır. Kocasına karşı tevazu gösterip sabırla bu formülü uygulayan kadın dünyası da âhireti de cennet olur.
Böyle özür dileyen bir kadının özrünü kabul etmeyen ve ona hâlâ sert davranan erkeğin de hesabını Allah görür.
BU DÜNYANIN BEKÂSI YOK FÂNİLİĞİ UNUTMA!
Rivâyete göre, hükümdarın biri, dillere destan muhteşem bir saray yaptırmıştı. Öyle ki, sarayın her odası ayrı bir güzellik sergisi, her köşesi ince tezyînatla işlenmiş ayrı bir sanat eseri gibiydi. Kapılar, kakma sanatının en nâdide örneklerini taşırken, duvarlar baştanbaşa rûhu okşayan enfes hat örnekleriyle doluydu. Hülâsa, kısa bir vakitte bu sarayın hususî özelliklerini tamamıyla anlatabilmek mümkün değildi.
Hükümdar bir gün, evliyâullahʼtan bir zâtı, saraya dâvet etti. Dâvete icâbet edip saraya teşrif eden mübârek misafirine sarayın her tarafını kemâl-i edeple gezdirdikten sonra, niyetini şu sözlerle izhâr etti:
“–Efendim! Sarayı nasıl buldunuz? Bu hususta görüşlerinizi almak isteriz.”
Hükümdarın bu suâline karşılık o Hak dostu:
“–Sultanım! Sarayın dünyevî ihtişâmı gerçekten de göz kamaştırıyor. Zira sarayın yapımında emeği geçen sanatkârlar, bütün mahâretlerini ortaya koymuşlar. Kısaca her şey mükemmel!” dedi ve ilâve etti:
“–Sâde bir eksiği var!”
Bu cevâbı hiç beklemeyen hükümdar ise birden şaşırdı ve sonra hayretle:
“–Allah Allah! Efendim, bu sarayın eksiği nedir?” diye tekrar sordu. O Hak dostu, insanı tefekkür deryâsına daldıran ve bütün kâinat için geçerli olan şu mânidar cevâbı verdi:
“–Bekâsı yok!..”
Her zerresi bir gün fânîliğe gark olacak şu âlemdeki bütün mevcûdât için söylenebilecek, gâyet kısa ve öz, fakat mânâsı büyük bir ifâde: “Bekâsı yok!..”
Bu hakîkat, âyet-i kerîmelerde şöyle bildirilmiştir:
“Yeryüzünde bulunan her canlı fânîdir. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâkî kalacaktır.” (er-Rahmân, 26-27)
“…O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır…” (el-Kasas, 88)
BÂBİLLİ TÜCCAR
Bir tüccar Bâbil'den Mekke'ye ticaret için gelip, Ebû Cehil'e koyunlarını satmıştı. Ebû Cehil parasını vermiyor ve onu oyalıyordu. Tüccar Kureyş kabilesinin ileri gelenlerine gelip dedi ki: "Ben garip bir kimseyim. Ebû Cehil koyunlarımı satın aldı ve parasını vermedi. Kim ondan benim hakkımı alabilir?
Hazret-i Muhammed "sallallahü aleyhi ve sellem" o sırada onlara yakın bir yerde oturuyordu. Kureyşliler alay ederek o kimseye; "İşte şu oturan kimse senin hakkını alır." diyerek, Resûlullahı "sallallahü aleyhi ve sellem" gösterdiler. Bunun üzerine Bâbilli o kimse, Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" huzuruna gidip, başından geçenleri anlattı. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem"hemen kalkıp; "Gel senin hakkını alayım." buyurdu. Kureyşliler haber getirmeleri için iki kişiyi onların arkalarından gönderdiler. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" Ebû Cehilin kapısına varıp, kapıyı çaldı. "Kimsin?" diye sorunca; "Muhammed bin Abdullahım. Dışarı gel!" buyurdu. Ebû Cehil hemen dışarı çıktı. Rengi değişmiş ve vücudu titriyordu. Peygamberimiz ona; "Bu kimsenin hakkını ver!" buyurdu. Ebû Cehil, hemen; "Veririm." dedi. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" "Bu kimsenin hakkını tamamen vermedikçe buradan ayrılmam!" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Cehil acele ile evine girdi. O tüccarın hakkının tamamını getirip verdi.
Daha sonra Peygamberimiz oradan ayrılıp gitti. Bâbilli kimse de Kureyşlilerin toplu hâlde bulundukları yere gidip; "Allahü teâlâ Muhammed aleyhisselâma iyilikler versin. Hakkımı o zâlimin elinden alıverdi." dedi. Biraz sonra müşriklerin haber getirmek için gönderdikleri iki kişi de yanlarına geldiler ve onlar da olanları aynen anlattılar. Az sonra Ebû Cehil de oraya geldi. Kureyşliler onu kınadılar, alay ettiler. Bunun üzerine Ebû Cehil; "Muhammed kapıma gelip kapıyı çalınca, sanki kalbim yerinden fırladı. Hemen dışarı çıktım. Muhammed'in başı üzerinde büyük bir aslan gördüm. Ağzını açmıştı. Eğer o kimsenin hakkını vermekde bir an daha duraklasam, aslan beni parçalayacaktı." dedi. Oradakiler bu mucizeye de inanmadılar ve her zamanki gibi; " Bu da Muhammed'in sihirlerinden biridir." Dediler.(Şevâhid-ün Nübüvve – 108)