Mehmet Bina

Cennetlik Adam Görmek İstermisiniz Ve Haset

Mehmet Bina

Peygamber Efendimize on yıl boyunca hizmet eden ve Allah Resûlü’nün terbiyesinde yetişen Enes b. Mâlik radiyallahu anh anlatıyor:

“Resûl-i Ekrem Efendimiz ile oturuyorduk. Allah Resûlü: ‘Birazdan yanınıza cennetlik bir adam gelecek, onu görmek ister misiniz?’ buyurdu.

Çok geçmeden Medineli bir sahâbi çıkageldi. Ayakkabılarını elinde tutuyor, yeni abdest aldığı için sakalından sular damlıyordu.

Ertesi gün Efendimiz sözlerini tekrarladığında aynı sahâbi mescidin kapısında beliriverdi. Bu durum üçüncü gün yine aynı şekilde yaşandığında ashâb-ı kirâmdan ilme ve ibadete düşkünlüğü ile tanınan genç sahâbi Abdullah b. Amr, Medineli sahâbinin peşine düştü.

Bu sahâbi, hangi ibadeti ya da hangi özelliği sayesinde cennetle müjdeleniyor, Allah Resûlü bu müjdeyi neden üç gün boyunca tekrarlıyordu? Abdullah b. Amr bunu öğrenmeli ve Medineli sahâbiyi cennete götürecek ameli kendisi de hayata geçirmeliydi.

Medineli sahâbinin kapısını çalarak, kalacak bir yerinin olmadığını, bir süre kendisini misafir etmesini rica etti. İsteği kabul edilince de üç gece bu sahâbinin evinde kaldı ve onunla aynı odada yatıp uyudu.

Abdullah bu süre zarfında adamın davranışlarında bir farklılık göremedi. Gün boyu diğer Müslümanların yapmadığı ve sadece bu zatın yaptığı özel bir şey yoktu.

Gece yarısı uyanıp ev sahibinin ne yapacağını merak etti. Acaba kaç rekât gece namazı kılacak, Rabbine yalvarırken neler söyleyecek, gözünden nasıl yaşlar dökülecekti?

Geceler boyu boşuna bekleyip durdu. Ev sahibi, geceleri kalkıp ibadet etmiyor, sabah namazına dek uyuyor, sadece uyanıp yatağında sağına soluna dönerken Allah’ı zikrediyor, tekbir getiriyordu. Büyük bir serveti olmadığı için sadaka dağıtamıyor ancak konuşmasına çok dikkat ediyor, dilinden hayırlı ve güzel sözler dökülüyordu.

Abdullah nihayet üçüncü günün sonunda işin aslını ev sahibine anlatarak şöyle dedi: “Hz. Peygamber üç gün üst üste ‘Birazdan yanınıza cennet halkından birisi gelecektir.’ buyurdu. Efendimizin bu sözlerinden sonra her defasında sen çıkageldin. Bunun üzerine ben de birkaç gün senin yanında kalarak seni cennet halkından yapan amelini öğrenip onu işlemek istedim. Fakat bu üç gün içerisinde büyük bir amel yaptığını görmedim. Acaba seni bu mertebeye hangi amelin ulaştırmış olabilir?”

Sahâbi, Abdullah’a şu cevabı verdi: ‘Senin gördüğünden başka yaptığım bir ibadetim yok.’

“Ben Hiçbir Müslümana Kin Gütmem.                                                                                         

Allah’ın Bir Başkasına Verdiği Nimeti Asla Kıskanmam.”

Abdullah gitmek üzere ayağa kalktı. Aradığı cevabı bulamamıştı. Resûl-i Ekrem bu adamı neden hem de üç kez üst üste Cennetle müjdelemişti. Bu adamda olup da kendinde ve diğer kimselerde olmayan özellik hangisiydi?  Bunları düşündüğü sırada Medineli sahâbinin sesini duydu: ‘Dur yeğenim, söylediğim gibi gördüğünün dışında benim hiçbir amelim yoktur, ancak şu var ki ben hiçbir Müslümana kin gütmem ve Allah’ın bir başkasına verdiği nimeti asla kıskanmam.’

Abdullah bunun üzerine: ‘Seni Cennetlik yapan ve bizim sahip olamadığımız şey işte budur.’ dedi.”

Ey Allah’ın Kulları, Kardeş Olunuz

Medineli sahâbi belki pek çoğumuz için sıradan bir kimse idi. Fakat o ağzından çıkan kelimelere dikkat eden ve güzel konuşan bir Müslümandı. Allah’a ve ahiret gününe inanan bir mümin olarak ya hayırlı bir söz söylüyor ya da susmayı tercih ediyordu.

O, müminlere düşmanca davranmıyor, kin güderek, haset ederek güzel amellerini heba etmiyordu. Allah ve Resûlü bütün Müslümanlara haset etmeyi haram kılmıştı

”Haset etmekten sakının. Zira ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir.”]

Kin tutmak, Allah’ın nimet verdiği bir kimseyi kıskanmak, haset etmek insanları mutsuz ve huzursuz kılar. Kin tutanlar, yüreğinde nefret taşıyanlar, hırslarının ve nefislerinin kölesi olurlar. Ve cennete sadece yüreği özgür olanlar girebilirler.

Enes b. Malik, Efendimizin şöyle buyurduğunu bizlere haber verir: “Birbirinize kin tutmayınız, hased etmeyiniz, sırt dönmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz.

Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud'un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan'ın öylesine itimadını kazanmış ki köle, bütün sultanlığın haznedârı tayin edilmiş ve en kıymetli, en zarif mücevherler, birbirinden değerli taşlar ona emanet edilir olmuş.

Bu gelişmeyi gören bazı saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Haset ve kibirleri yüzünden, basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özelikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikayet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar.

Bir gün bu saray ileri gelenlerinden biri diğer bir saraylıya Sultanın duyacağı bir sesle, şöyle seslenmiş: "Köle Ayaz'ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Aslında her gün gidiyor; hatta izinli günlerinde bile gidip orada saatlerce kalıyor. Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim" demiş.

Sultan kulaklarına inanamamış. "İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim" demiş ve Hazine dairesine gidip Ayaz'ı gözlemek üzere duvara küçük bir delik açtırıp, Ayaz'ın gelmesini beklemiş. Derken Ayaz gelmiş.

Sultan kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve bir sandığa gittiğini görmüş. Köle Ayaz, sandığın önünde diz çökmüş, kapağı usulca kaldırmış ve içinden bir bohça çıkarmış. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonrada onu açmış. Bohçadan köleyken giydiği yırtık pırtık eski bir elbise çıkarmış. Saray giysilerini çıkarıp bu elbiseyi giymiş ve sonra aynanın karşısına geçerek Kendi kendine:

"Ey Ayaz, daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanları ve kim olduğunu hatırlıyor musun?" 

"Bir Hiçtin sen hiç...!! 

Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, Sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lutfetti. Ey Ayaz, işte şimdi burdasın, ama asla nereden geldiğini unutma! Çünkü "mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler..!!" Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima kendini hatırla Ayaz, hatırla.!!" demiş ve sandığı tekrar kapatmış, kilitlemiş, sessizce kapıya doğru yürümüş.

Hazine dairesinden çıkarken birden Sultanla yüzyüze gelmiş, Sultan gözlerini Ayazın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.

Sultan; "Ey Ayaz, bugüne kadar mücevherlerimin hazinedârıydın, ama şimdi... kalbimin hazinedârısın. 

"Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi Sultanımın huzurunda nasıl davranmam" gerektiğinin dersini verdin! demiş.

Yazarın Diğer Yazıları