Mehmet Bina

Cafer-i Sâdık Hz.'lerinin örnek ahlakı

Mehmet Bina

Câfer-i Sâdık Hazretleri hicrî 80 senesinde Medîne-i Münevvere’de doğmuştur. Özü-sözü doğru, son derece dürüst ve güvenilir bir şahsiyete sahip olması sebebiyle, kendisine Sâdık denilmiştir.

Câfer-i Sâdık Hazretlerinin soyu, baba tarafından Hz.Ali'ye, anne tarafından Hz. Ebubekir'e dayanmaktadır. *

Câfer-i Sâdık Hazretleri, Kur’ân okumadan önce yapılan istiâzenin, yani “أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ : İlâhî rahmetten kovulmuş şeytandan Allâh’a sığınırım.” duâsının hakîkatini şöyle îzah buyurmuştur:

 “(Gerçek) istiâze, Kur’ân kıraatine tâzîm olmak üzere ağzı yalan, gıybet ve iftirâdan temizlemektir.” *Câfer-i Sâdık Hazretleri geceleyin kabristana gider ve şöyle derdi:

“–Ey kabir ehli, ne oluyor da sizi çağırdığım zaman cevap vermiyorsunuz?”

Sonra kendi kendine:

“–Vallâhi onlar ile cevâbın arasına girildi. Sanki şimdi ben de onlar gibi oldum ve aralarına katıldım!” diyerek kıbleye yönelir, fecrin doğuşuna kadar tefekkür ve ibadetle meşgul olurdu.

*

Bir gün yoksulun biri, Câfer-i Sâdık Hazretlerine:

“–Neden gece gündüz çalışıp durmaktasın?” diye sormuştu. O da şöyle cevap verdi:

“–Baktım, benim işimi bir başkası benim gibi yapamıyor, ben de kendi işimi kendim yapmaya karar verdim ve tembelliği boynumdan attım. Yaratıldığımdan beri rızkım, bana gelip yetişiyor. Bu yüzden ne hırsım kaldı, ne de tamahım. Bir gün ölüm gelip çatacak, kimse benim için ölmeyecek. Bu sebeple ölüme hazırlanmaya ve onu karşılamaya koyuldum. İnsanlarda bir vefâ görmedim.

*

-Bir gün para kesesini kaybeden bir adam, kim olduğunu bilmeden gelip Câfer-i Sâdık Hazretlerinin yakasına yapışmış ve:

“–Paralarımı sen çaldın!” demişti. Hazret:

“–Kesende ne kadar para vardı?” diye sordu. O da:

“–Bin dinar.” dedi.

Câfer-i Sâdık Hazretleri, hiçbir şey söylemeden o adamı evine götürüp bin dinar verdi. Bu şahıs daha sonra kendi para kesesini bulunca, özür dileyerek aldığı paraları geri getirdi. Câfer-i Sâdık Hazretleri ise:

“–Biz verdiğimizi geri almayız!” dedi. Bu duruma hayret eden adam:

“–Bu zât kimdir?” diye sordu. Câfer-i Sâdık Hazretleri olduğunu öğrenince de mahcûbiyeti bir kat daha arttı.

*

-Câfer-i Sâdık Hazretleri’nin bir kölesi vardı. O, ibrikten su döküyor, Hazret de leğende ellerini yıkıyordu. Birden su elbisesine sıçradı. Câfer-i Sâdık Hazretleri köleye biraz kızarak baktı. Bunun üzerine köle:

“–Efendim, Kur’ân-ı Kerîm’de «وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ / Öfkelerini yutanlar»[12] Allâh’ın mağfireti ve cennetle müjdeleniyor.” dedi. O zaman Câfer-i Sâdık Hazretleri:

“–Öfkemi yuttum!” dedi. Köle âyetin devâmını okudu:

“–وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِ: İnsanları affedenler.”

Câfer Hazretleri:

“–Haydi seni affettim.” dedi. Köle yine âyetin devâmını okudu:

“–وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ: Allah ihsanda bulunan, iyilik eden kimseleri sever!”

Bunun üzerine Câfer-i Sâdık Hazretleri:

“–Haydi git, sen Allah Teâlâ’nın rızâsı için artık hürsün! Şu bin dinar para da senin!” buyurdu.

*

Zeynelâbidîn Hazretleri, karanlık basınca, ekmek, et, para gibi malzemelerle doldurduğu torbasını omzuna alıp dışarı çıkar ve kimsenin haberi olmadan fukarânın kapılarının önüne ihtiyaç duydukları şeyleri bırakırdı. Bu durum ancak vefâtından sonra, fukarânın sahipsiz kalması neticesinde anlaşılabilmişti.

- Zeynelâbidîn Hazretlerinin mübârek naaşı yıkanırken de, sırtında içi su toplamış büyükçe yaralar görüldü. Sebebi araştırıldığında bunların, fukarâya erzak çuvalı taşımaktan dolayı oluştuğu anlaşıldı.

*

Câfer-i Sâdık Hazretleri, fütüvvet ehli bir zât idi. Bir gün Şakîk-ı Belhî Hazretleri ona fütüvvetin ne olduğunu sormuştu. O da:

“–Siz bu hususta ne diyorsunuz?” buyurdu. Şakîk Hazretleri:

“–Verilirse şükrederiz, verilmezse sabrederiz.” dedi.

Câfer-i Sâdık Hazretleri:

“–Onu bizim Medîne’nin köpekleri de yapıyor. Bize göre fütüvvet, verilirse başkasını kendimize tercih etmek (îsâr), verilmezse şükretmektir.” buyurdu.

*

Bir gün hizmetçilerini yanına çağırıp onlara:

“–Gelin sizinle kıyâmet günü için bir anlaşma yapalım: O gün hangimiz kurtulursa, diğerlerine şefâatçi olmak üzere birbirimize söz verelim!” demişti. Onlar:

“–Ey Allah Rasûlü’nün torunu! Sizin ceddiniz bütün âlemlerin şefâatçisi iken, bizim şefâatimize sizin gibi bir zâtın ne ihtiyacı olur?!” dediler.

Câfer-i Sâdık Hazretleri,, şu tevâzû yüklü cevâbı verdi:

“–Ben kıyâmet gününde, şu hâlim ve bu amellerimle mübârek ceddimin yüzüne bakmaktan hayâ ederim!”

*

Dâvud-i Tâî Hazretleri bir gün yanına gelerek, kalbinin karardığından bahsedip nasihat talebinde bulundu.

Câfer-i Sâdık Hazretleri:

“–Sen asrımızın en zâhidisin, benim nasihatime ne ihtiyacın olacak?” dedi.

Dâvud-i Tâî Hazretleri:

“–Ey Allah Rasûlü’nün evlâdı! Senin insanlara üstünlüğün var. Onun için senin herkese vaaz etmen lâzım!” dedi.

Câfer-i Sâdık Hazretleri yine yüksek tevâzuunu ve Allah korkusunu ifâde eden şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Ey Dâvud! Ben kıyâmet gününde mübârek ceddimin benim yakama yapışıp; «Bana tâbî olmanın hakkını neden vermedin? Bu iş haseple-neseple olmaz, Hakk’a lâyık muâmeleyle olur!» diye çıkışmasından korkuyorum!”

Bunun üzerine Dâvud-i Tâî Hazretleri:

“Yâ İlâhî! Nebîler neslinden olup, ceddi Rasûl, annesi Betûl olan birisi böyle korku içinde yaşarsa, Dâvud kim oluyor da ameli ve muâmelesiyle kendini beğeniyor!” diye ağlamaya başladı.

Câfer-i Sâdık Hazretleri insanları tevâzû sahibi olmaya teşvik eder, bencil davranıp büyüklenenleri de îkâz ederdi. Nitekim bir gün bir kabîleye rastlamıştı:

“–Sizin efendiniz kim?” diye sordu. İçlerinden biri:

“–Ben!” dedi. Hazret bu cevaptan hoşlanmadı ve onu îkâz ederek:

“–Eğer sen bunların efendisi olsaydın; «Ben» demezdin! (Onların hizmetkârı olduğunu söylerdin.)” buyurdu.[29]

Çünkü enâniyet/benlik, gerçek efendiliğe mânîdir.

*

Câfer-i Sâdık Hazretleri bir gün:

“–Üzücü ve tehlikeli bir işle karşılaşan kişi, beş defa ihlâsla «Rabbenâ!» derse, Allah onu korktuğundan emin kılar ve arzusuna nâil eyler.” buyurmuştu.

Kendisine:

“–Bu nasıl olur?” diye sorulunca:

“–İsterseniz Âl-i İmrân Sûresi’nin 191-194. âyet-i kerîmelerini okuyunuz!” cevâbını verdi.

*

“Kendisinde hoşlanacağı bir şey gördüğünde « مَا شَٓاءَ اللّٰهُ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ » demeyen kişiye şaşarım. Zira Cenâb-ı Hak; «Bağına girdiğinde “Allâh’ın dilediği olur, kuvvet yalnızca Allâh’a âittir.” deseydin ya!..» (el-Kehf, 39) buyuruyor.”

“Bir gam ve kedere müptelâ olup da;

«…Yâ Rabbî Sen’den başka ilâh yoktur, Sen’i tenzîh ederim. Şüphe yok ki ben zâlimlerden oldum!» (el-Enbiyâ, 87) demeyen kişiye şaşarım!”

*

“Bir topluluktan korkup da; «حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ» demeyen kişiye şaşarım! Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

*Câfer-i Sâdık Hazretleri, mübârek ömrünü, ilim yurdu olan Resûlullah Efendimiz’in nurlu Medîne’sinde geçirdi. Hicrî 148, mîlâdî 765 senesinde orada vefât etti. Vefâtından önce tek bir vasiyeti vardı: Namaz!.. Tıpkı Allah Resûlü gibi, son nefesinde ısrarla, namaza dikkat etmeye dâir vasiyette bulundu.

Yazarın Diğer Yazıları