Mehmet Bina

Başkalarını Küçük Görmek

Mehmet Bina

İnsanların başkalarını küçük görmeleri, kendilerini başkalarından üstün görmeleri, sosyal hayatta insanlar arasında kin ve nefret tohumlarının ekilmesine sebep olmaktadır. Hor görüldüğünü, aşağılandığını hisseden hiçbir insanın, kendisine bu duygularla davranan insanlara saygı duyması, onları kendisi için kardeş olarak görmesi düşünülmemektedir. 

Hazret-i Âişe (r.anha) diyor ki:

“(Bir defasında Peygamber Efendimizʼe hitâben:)

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Safiyye’nin kısa boylu oluşu Sana yeter.» diyerek Safiyyeʼyi küçümsemiştim. Bunun üzerine Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem-:

«–Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi, onun suyunu bozardı.» buyurdu.” (Tirmizî, Kıyâmet, 51)

Sa`d İbni Ebû Vakkâs (ra) şöyle dedi:

Biz altı kişi Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte oturuyorduk. Bu hâli gören müşrikler Peygamber aleyhisselâm’a:

- Şunları yanından def’et! Bize karşı saygısızlık etmeye kalkmasınlar, dediler.

Orada benden başka Abdullah İbni Mes`ûd, Hüzeyl kabilesinden biri, Bilâl ve adlarını vermek istemediğim iki kişi daha vardı.

Müşriklerin bu teklifi üzerine Resûlullah (sav)’in kalbinden (kendisine kırılmayacağımızdan emin olduğu için) bizleri oradan uzaklaştırma düşüncesi geçti. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyeti indirdi:

“Sabah akşam Rablerinin rızâsını dileyerek ona yalvaranları huzurundan kovma!” [En`âm sûresi (6), 52].

(Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 46)

Bu Hadis-i Şerif den anlıyoruz ki; Fakirleri küçümsemek ve kendisini onlardan üstün görmek, görünüşe değer veren basit ve seviyesiz insanların ölçüsüdür.

Mekkeli müşrikler, Peygamber Efendimiz’in etrafında toplanan ve ona gönülden imân eden fakir müslümanlara hep bu gözle bakmışlardır. Onlarla aynı mecliste bulunmayı bir gurur meselesi yapmışlardır. Karşılarına aldıkları bu çoğu kendi köleleri olan yoksul müslümanları, dinlerinden döndürmek için dövüp sövmüşler, ölümle tehdit etmişler, hatta bir kısmını şehit etmişlerdir. Gönüllerini İslâm aşkı ve Resûlullah sevgisi dolduran bu bahtiyar insanlar, onların tehdidine pabuç bırakmamışlar, her fırsatta Resûl-i Ekrem Efendimiz’in huzuruna gelerek onu derin bir zevk ve heyecanla dinlemişlerdir. Peygamber Efendimiz bütün insanlara İslâmiyet’in güzelliğini anlatmak ve müslüman olmadan bahtiyarlığın tadılmayacağını söylemek istiyordu. Bunun için halkın ayağına gidiyor, saatlerce konuşuyordu. Müslüman olmalarını çok istediği bazı hatırlı müşrikler vardı. Onların kendisiyle görüşmek istemeleri Resûlullah Efendimiz’in hoşuna gitti. Onlar gelip de:

- Seninle konuşmamızı ve sonra da dinine girmemizi istiyorsan, biz yanına geldiğimizde bu değersiz adamları kov, deyince, Resûlullah bu teklifi hiç düşünmeden reddetti.

Rivayete göre o zaman müşrikler daha yumuşak bir teklifle geldiler:

- Bâri biz yanına gelince, bunlar kalkıp gitsin, dediler.

Bu adamları kazanması hâlinde dinin daha çok güçleneceğini hesap eden Peygamber aleyhisselâm şöyle düşündü: Etrafımdaki fakir müslümanlar, İslâm’a bütün benlikleriyle bağlanmış kimselerdir. Üstelik benim kendilerini ne kadar sevdiğimi, bu müşrikleri kazanmayı ne kadar istediğimi iyi bilirler. Müşriklerin bu yumuşak tekliflerini kabul edersem, müslüman kardeşlerim bana gücenmezler.

Yüz bulunca astarını da isteyen müşrikler, tekliflerini Resûlullah Efendimiz’in kabul ettiğini görünce:

- Öyleyse bu anlaşmayı yazalım ve her zaman buna uyalım, dediler.

İşte bu olmayacak teklif üzerine âyet-i kerîme nâzil oldu. Allah Teâlâ Nebiyy-i Muhterem’ine şöyle hitâb ediyordu:

“Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek ona yalvaranları huzurundan kovma!” [En’âm sûresi (6), 52].

Demekki Allah Teâlâ o bütün benlikleriyle Rablerine bağlanmış olan fakir, yoksul ve köle kullarının gücendirilmesine izin vermiyordu. Kalblerindeki sarsılmaz iman sebebiyle her biri cihâna bedel bu fakir müslümanları gördükçe Resûlullah Efendimiz gülümser ve:

- Merhabâ, kendileri yüzünden Rabbimin beni azarladığı insanlar, diye gönüllerini alırdı. Allah Resûlü onlarla oturmayı sever, onlardan biri kalkıp gitmedikçe yerinden ayrılmazdı.

İnsanlar ne kadar medeniyiz deseler de, asırlar boyu süregelen cins, ırk, renk, soy ve sınıf ayırımı bitmiyor. İslâm’ın on beş asır önce ortaya koyduğu, insanlar arasında hiçbir ayırım yapmama, görünüşe değil gönle bakma ölçüsü ne kadar insânî, ve ne kadar asîl değil mi?

Hadis-i Şerif den şu mesajları alabiliriz.

1. İslâmiyet’e ilk gönül verenler, köleler ve fakir kimselerdir.

2. İyi insanların gönlünü hoş tutmak ve onları asla gücendirmemek gerekir. Zira onları üzen, Allah Teâlâ’yı gücendirmiş olur.

3. İnsanlara malları ve makamları sebebiyle değil, Allah’a yakınlık ölçüsü olan dindarlıkları sebebiyle saygı gösterilmelidir.

4. İslâmiyet insanları Allah huzurunda eşit saymıştır. Din öğretiminde, ibadet esnasında ayırıma gitmemiştir.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“İnsana günah olarak, müslüman kardeşini küçük görmesi yeter.” buyurmuşlardır. (Müslim, Birr, 32)

Allâh’ın kullarını hor ve hakîr görmek, kalpte takvânın olmayışından ve kibir hastalığından ileri gelir. Hâlbuki, Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri’nin tâbiriyle;

“Kibir, bele bağlanmış bir taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur.”

Kimseyi küçük görmemek gerektiğini anlatırken Bursevî Hazretleri şu misâli verir:

“Mü’min, diğer kardeşlerini hafife almamalı, onlara tepeden bakmamalıdır. İblis, Âdem (as)’a hakâret gözüyle baktı ve kendini beğendi… Ancak ebedî olarak lânete uğradı. İşte kim bir müslüman kardeşini hakîr görür ve kendini ondan daha üstün zannederse zamanın iblisi olur, kardeşi de zamanın Âdem’i makâmındadır.

Yazarın Diğer Yazıları