ALLAH DİYEREK KONUŞMUYORUZ ARTIK
Mehmet Bina
• Evden ayrılırken geride kalanlara
“Allah’a ısmarladık”,
“Allah’a emanet olun” derdik;
şimdi “haydi ben kaçtım”,
“bay bay”,
“hadi öptüm!” der olduk.
• İşe gidenlere
“Allah işini rast getirsin” derdik;
şimdi “bol kazançlar!” der olduk.
• Şaşırdığımızda “sübhânallah” derdik
şimdi “vaaavvv” der olduk.
• Sevindiğimizde “elhamdülillah” derdik
şimdi “olleeeyyy” der olduk.
• Kızınca “hasbünallah” derdik;
şimdi küfür eder olduk.
• Başımıza bir musibet geldiğinde
“Allah’ın dediği olur”,
“innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn [biz Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz]” derdik;
şimdi “hay aksi”
“bu da nereden çıktı”,
“bittim”, “mahvoldum” der olduk.
• Bize iyilik yapana “Allah razı olsun”,
“Allah ne muradın varsa versin!” diye dua ederdik; şimdi “sağol” bile demiyoruz.
• Bir işle uğraşanlara
“Allah kolaylık versin!” derdik;
şimdi “kolay gelsin!” der olduk.
• Yeni evlenenlere
“Allah bir yastıkta kocatsın” derdik; şimdi “mutluluklar” der olduk.
• Sınava girecek olanlara
“Allah zihin açıklığı versin” diye dua edilirdi; şimdilerde “başarılar” deniliyor.
• Geleceğe dair planlar yapılırken
“inşallah”,
“Allah izin verirse”,
“Allah kısmet ederse” derdik;
şimdilerde sanki gelecek bizim elimizdeymiş gibi fütursuzca konuşur olduk veya
“umarım”,
“tahminim o ki” gibi ne idüğü belirsiz ifadeler kullanır olduk.
• Günah işlediğini gördüğümüz kimselere
“Allah ıslah etsin”,
“Allah affetsin”, “Allah hidayet etsin” derdik;
şimdi lanet okur olduk.
• Kötü bir şeyden bahsederken
“Allah korusun”,
“Allah esirgesin” derdik;
şimdilerde “kapa şu şom ağzını” der olduk.
Özetle, Allah’ı hayatımızdan çıkarmaya çalışanlara yem olduk.
Sözlerimizden
“Allah” kelimesinin çekilmesi, bir zaman sonra hayatımızdan da bereketin kaybolmasına yol açtı.
Bu durum artık mümince düşünmediğimizi, hayata Müslümanca değil, seküler bir mantıkla baktığımızı ele veriyor.
Şimdilerde mutluluğu
“Allah’tan başka şeylerde” arar olduk, ama beyhude!
Ne diyelim?
“Allah sonumuzu hayretsin!”
Son sözüm şu ki,
“Kendinize iyi bakın” değil;
“Allah’a emanet olun!”
LADİKLİ AHMET AĞA’NIN MÜŞAHEDELERİ
1888 Konya’nın Sarayönü kazasına bağlı Ladik kasabasında doğup 1969’da yine aynı kasabada vefat eden, yıllardır çobanlık yapan ve kırk yıl Hızır Aleyhisselâm’dan ümmî ve kalbî bir şekilde ders aldığı oraca bilinen Ladikli Ahmet Ağa, Eskişehir Hava Üssü Komutanı Albay Reşat Beye ve arkadaşına şöyle anlatıyor: “Bediüzzaman bizim gibi herhangi bir tarikat silsilesine bağlı değildir. O ne kutbu’l-aktaba, ne de herhangi bir kutba bağlıdır. O doğrudan doğruya Peygamberimiz’den (asm) feyiz alır. Ona göre hareket eder. Onu ben size nasıl anlatayım. Bir gün Hızır Aleyhisselâm gelerek, ‘Eskişehir’de zelzele olacak! Taş üstünde taş kalmayacak! Gel Bediüzzaman’a gidelim. Ve duâ etmesini isteyelim. Ki bu zelzele hafiflesin’ dedi. Beraberce Bediüzzaman’a gittik. Bediüzzaman: ‘Haberim var! Haberim var!’ dedi.
Hızır Aleyhisselâm: ‘Dağlara gidip duâ edelim!’ dedi. Fakat Bediüzzaman:
‘Ben hastayım! Siz dağlara çıkıp duâ edin. Ben buradan duâ edeceğim’ dedi.
Eğer onun duâsı olmasaydı Eskişehir’de gerçekten taş üstünde taş kalmazdı.”
Bir masum çoban olan ve Hızır’dan aldığı kırk yıllık dersiyle Bediüzzaman’ın Ferid makamını tarif eden Ladikli Çoban Ahmet Ağa nihayet diyor ki:
“Ben Hızır’la yüz sene hizmet etsem, yine Bediüzzaman’ın makamına yetişemem!”