
Ahiret Hazırlığı (2)
Mehmet Bina
Bu hazinelerin başında SEVGİ gelir.
İşte bir dostun bir dosta verebileceği hediyelerden bazıları şunlardır ki; Gönlü rahatlatacak bir tebessüm! …
Kalbe kuvvet verebilecek bir tatlı söz! …
Morali düzeltecek bir takdir! …
Neşesini yerine getirecek bir şaka! …
Kızgınlığını söndürecek bir hoşgörü! …
Hoşa gidecek bir güzel davranış! …
Allah’ın Rahmetini çekecek bir hayır dua
Bir vâiz kürsüde âhiret hallerini anlatmaktaydı.
Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı.
Vâiz, Cenâb-ı Hakk’ın âhirette soracağı suallerden bahisle:
☘- İlmini nerede kullandın, sorulacak!
☘Malını-mülkünü nerede harcadın, sorulacak!
☘Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak!
☘İbâdetlerin ne durumda, sorulacak!
☘Harama-helâle dikkat ettin mi, sorulacak!....
Bunlar sorulacak; şunlar sorulacak...
Diye uzun uzadıya birçok husus saydı.
Bu kadar teferruata rağmen meselenin özüne dikkat çekilmemesi üzerine Şiblî Hazretleri, vâize seslendi:
-Vâiz efendi!
Suallerin en mühimini unuttunuz!
Allâh Teâlâ kısaca soracak ki:
ey kulum!
ben her an seninleydim,
sen kiminleydin?
"EL KÂRDA, GÖNÜL YÂRDA"
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin yetiştirdiği büyük velilerden Muhammed Pârisâ Hazretleri, hacca giderken yolu üzerinde uğradığı Bağdat şehrinde genç bir sarrafa rastlar. Gencin birçok müşteriyle durmadan alışveriş hâlinde olup zamanını aşırı dünyevî meşguliyetlerle geçirdiğini zannederek üzülür. İçinden:
“Yazık! Bu delikanlı Hakk’a kulluk edeceğine mâsivâ ile meşguliyete dalmış!..” der. Fakat gencin kalbine nazar edince hayretle görür ki, azalar dünyevî meşguliyette, kalb ise Rabbi’yle beraber ve zâkir durumda…Bu sefer:
“mâşâallâh! el kârda, gönül yarda!..”
Buyurarak genci takdir eder.
Hicaz’a vardığında da Kâbe’nin örtüsüne sarılmış içli içli ağlayan aksakallı bir ihtiyarla karşılaşır. Önce adamın yana yakıla Cenâb-ı Hakk’a yalvarmasına ve dış görünüşüne bakarak:
“Keşke ben de böyle ağlayarak Hakk’a iltica edebilsem.” der ve adamın hâline gıpta eder.
Sonra onun da kalbine nazar edince görür ki, bütün dua ve ağlamaları, fani bir dünyalık talebi içindir. Bunun üzerine rakîk kalbi, mahzun olur.
Kıssadan da anlaşılacağı gibi mühim olan; dünyevî meşgaleleri, âhireti ihmal etmeksizin devam ettirebilmektir.
AHMAKLIK
Hazret-i İsâ (a.s.)'ı bir gün canhıraş bir şekilde kaçarken görürler.
Kimden kaçtığı sorulunca da:
- ahmaktan kaçıyorum! der.
- sen, nefesi ile körlerin ve sağırların şifa bulduğu,
duasıyla ölülerin dirildiği
" Mesih " değil misin?
istediğin her şeyi yapabildiğin hâlde niçin kaçıyorsun? diye sorulur.
îsâ (a.s.) ise :
- ism-i â'zam'ı sağır ve körlere okudum, onlar iyileşti;
Bir ölüye okudum, dirildi;
Bir fakire okudum, zengin oldu.
Fakat o duayı bir ahmağın kalbine binlerce defa okuduğum hâlde fayda vermedi.
Ahmaklık,
kahr-ı ilâhî olan bir hastalıktır! ...
Karşılığını verir.
Ahmaklık, manevi hayatın kanseridir! Bir insanın iki gözünü iki parmağı ile kapatıp kendi kendini ilâhî hakikatlere âmâ kılmasıdır.
Ahmak kişi;
Sayısız cenaze manzarasına şahit olur, mezar taşlarında kendisinden daha küçük yaşta vefat edenleri görür; fakat kendisinin de bir gün öleceğini, kabir âlemini ve sonsuz âhireti hiç hatırına getirmez.
Âdeta âhiretsiz bir dünya hayatı yaşamak ister.
Faniyi bakiye tercih eder,
Damla ile deryayı değişir!
Sefaletini saadet zanneder.