
Ahiret Hazırlığı (2)
Mehmet Bina
Ben ölüyorum. Yarın mezarıma gel ve tabutumu aç, yanıma koyacakları mücevherleri al. Onları satarak parasını babama ver ve böylece hürriyetine kavuş” dedi. Biraz sonra da bir şeyler mırıldanarak ruhunu teslim etti. Yüzü nurlanmış, sanki gülümsüyordu. Ertesi gün mezarlığa giden Rüstem Bey, kızın mezarını açtı. Tabutun kapağını kaldırınca, gördüğü manzara karşısında şok geçirdi; tabutta yatan, kendi babasıydı. Fakat bu nasıl olurdu; kendi memleketi, buradan bir aylık mesafede bir Anadolu kasabasıydı. Rüstem bey biraz sonra kendini toparladı ve tabuttaki mücevherleri alarak mezarı kapattı. Ertesi gün çarşıya giderek mücevherleri sattı ve Macar subayına bu altınları vererek kendisini serbest bırakmasını istedi. Macar subayı;“Ben senin hizmetinden memnunum. İstersen burada hür olarak yanımda çalışmaya devam edebilirsin, istersen memleketine dönebilirsin” dedi ve bir emanname yazarak ona verdi. Rüstem bey hemen yola çıktı ve haftalarca yol giderek memleketine ulaştı. Bir akşamüzeri evine geldi. Kapıda oğlunu gören annesi, sevincinden az kalsın bayılıyordu. Bir müddet hasret giderdikten sonra Rüstem bey, babasını sordu. Annesi;“Oğlum baban sizlere ömür, geçen ay vefat etti” dedi. Rüstem beyin içine bir kurt düşmüştü. “Tam olarak gününü ve saatini biliyor musun anne?” diye sordu. Aldığı cevap onu daha çok hayrete düşürdü. Çünkü babası, Macar subayının kızı ile aynı anda ölmüştü. Rüstem bey o gece mezarlığa giderek babasının kabrini buldu. Yanında getirdiği kürekle mezarı açtı. Bir de ne görsün! Mezarda yatan Macar subayının kızı idi. Bembeyaz kefene sarılmış, yüzü ay gibi parlıyor, sanki Rüstem beye gülümsüyordu. Daha taptaze duruyordu. Hemen mezarı kapatarak eve döndü. Ertesi gün annesinden, babası hakkında bilgi istedi;“Anne, babam nasıl birisiydi?”“Oğlum, biliyorsun, baban hocaydı. Talebelere ilim öğretir, camide vaaz verirdi. Fakat kendisi bunları tam tatbik etmezdi. En mühimmi de, gece yarısı guslü icabettirendurum olunca, ‘Şu gusül olmasa ne iyi olurdu, gecenin bu vaktinde nasıl gusledilir, nereden çıktı bu’ diye söylenirdi.”Rüstem bey, o zaman bu işin hikmetini anladı. Namaza aşık olan bir kafir kızına son nefeste iman nasib olmuş, bir farzı lüzumsuz gören bir hoca da imansız ölmüştü.RABBIM son nefese kadar ve son nefes dahil Kâmil bir iman ve hayırlı uzun ömürler versin
Güzel bir dua: Lütfu ilahine eren, iman ile can veren,
Firdevs cennetine giren, orada cemalini gören kullarından eyle.
Yapamasak bile emirlerini (farzlarını) hafife almaktan muhafaza eyle YA RABBİ ( Amin )
SULTAN 2. ABDÜLHAMİD’İN HACCI Osmanlılar zamanında 1900'lü yıllarda, mukaddes topraklarda bugünkü gibi Otel sistemi yoktu... Bu sebeple buralarda yaşayan halk, günlerce önceden şehir dışına çıkar, hiç tanımadığı bir yerden hac yapmak maksadı ile gelen kişileri karşılar, evinde misafir eder, her türlü ihtiyacını karşılar ve bundan da büyük şeref duyarlardı...İşte böyle bir hac mevsiminde (Takriben 1903-1904 yılları) Mekke halkı yine hacıları karşılamak üzere şehir dışına çıkmış... Bu şahıslardan biri, gözüne kestirdiği uzun boylu, endamlı, sakallı, normal giyimli birisinin yanına yaklaşarak, kendisini evinde misafir etmek istediğini bildirip, eğer gelirse büyük şeref duyacağını söyleyerek rica minnet evine davet etmiş…Gelen zat hac müddeti boyunca o kişinin evinde kalmış... Hac zamanı bitiminde bu iki kişi helâlleşerek ayrılmışlar. Ayrılırken, hacı olan zat, hane sahibine bir kese altın hediye etmek istemiş... Hane sahibi bu altınları kabul etmek istememişse de, hacı olan zat fevkalâde ısrar edince, ev sahibi kabul etmek zorunda kalmış... Bir de mektup bırakıp ev sahibine demiş ki:“Bu mektubu ben gittikten en az bir gün sonra Mekke Emiri’ne teslim et!”Hacı gittikten bir müddet sonra hane sahibi kendi kendine; “Allah, Allah! Ben kiiim, koskoca Mekke Emîri kim, bu mektubu yazan o hacı kiiim(!)” diye düşünmüş. Derken hanımı mektubu MekkeEmîri’ne muhakkak vermesi gerektiğini, aksi hâlde vebâl altında kalacağını söyleyerek beyini ikna etmiş... Neticede çeşitli mercilerden geçerek mektubu Mekke Emîri'ne vermiş... Emîr, mektubu açınca hemen ayağa kalkmış, selâm durmuş ve hane sahibine sormuş:- Şimdi nerede bu misafir ettiğin zat-ı muhterem?- Efendim, haccını tamamlayıp memleketine döndü.- Bak mektup nasıl başlıyor: “Ben Harem-i ŞerîfinHâdimiHalîfe-i Müslimîn Sultan Abdülhamid Hân-ı Sâni ki...”Bunu duyan adam bayılmış ve 2 gün kendisine gelememiş... Hayretler içinde kalmış!.. Meğer hac süresince rehberlik edip gezdirdiği zât Osmanlı padişahı, Sultan II. Abdülhamid hazretleri değilmiymiş… Sultan hazretleri yazdığı mektupta, emîre, bu zâta büyük bir bina verilmesini ve çoluk çocuğuna maaş bağlanmasını da emretmiş...Görüldüğü gibi hac rehberinin bu hatıratından II. Abdülhamid Hân’ın da devlet geleneğine ve hassasiyetine uygun davranarak düşmanı uyandırmamak ve halkı tedirgin etmemek için tebdil-i kıyafetle gizlice (tren yoluyla kısa zamanda kimseye fark ettirmeden) hacca gittiği anlaşılmaktadır. Vefatının 98.senesinde kendisini rahmetle anıyoruz. Rabbim şefaatine layık eylesin inşâallah.