
AHİRET HAZIRLIĞI
Mehmet Bina
Zira Hüdâyî Hazretleri, girdiği sıkı riyâzatla nefsinin terbiyesi yolunda helâllerden istifadeyi bile asgarîye indirmiş ve gönlünü tamamen Hakk’a ram ederek ruhunu kuvvetlendirmeye muvaffak olmuştu.
Neticede bu güzel hâlin bereketlerine nail olmuş, ayrıca dirilerden çok ölülerle görüşüp konuşur bir hâle gelmişti.
Bir defasında dergâhın yolu üzerinde daha evvel vefat etmiş bulunan bir müezzine rastlayıp ona selâm verdikten sonra bunu üstadına arz etti. Hazret-i Üftâde ise:
"- Evlâdım! Yapmış olduğun riyazet sayesinde ruhunu iyice kemale erdirip kuvvetlendirmişsin. Biz dahi riyâzâtımız zamanında aynı hâl içinde idik. " buyurdular.
HELÂL LOKMA KİŞİYE FEYİZ VE MÂNEVÎ ZİNDELİK VERİR , HARAM VEYA ŞÜPHELİ LOKMA İSE, GAFLET VE HANTALLIK VERİR
Behlül Dânâ bir gün Harun Reşid'den bir vazife ister. Harun Reşid'de ona çarşı-pazar ağalığını*denetimini) verir.
Behlül hemen işe koyulur.
İlk olarak bir fırına gider
Birkaç ekmek tartar. Hepsi normal ağırlığından noksan gelir.
Fırıncıya dönüp:
"- Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğun ağız tadıyla yaşayıp gidiyor mu? "diye sorar.
Fırıncı ise bütün sorulara menfi cevap verir.
Hayatta memnun olduğu bir şey yoktur.
Behlül bir şey demeden ayrılır ve bir başka fırına geçer.
Orada da birkaç ekmek tartar ve görür ki bütün ekmekler normal gramajından fazla geliyor.
Aynı soruları bu fırının sahibine de sorar ve bütün sorulara müspet cevap alır. Yani fırıncı gayet huzurludur.
Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıkıp başka bir vazife ister. Harun Reşid:
"- Behlül, daha yeni vazife verdik sana,
Ne çabuk bıktın? " deyince Behlül şu izahı yapar "-efendim,
Çarşı-pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri de tartmış, vicdanları da. Buna göre herkes zaten hesabını ödeyip duruyor. Bana ihtiyaç kalmamış! "
Demek ki kazancın helâliyeti, kişinin maddî-manevi huzur ve saadetinin ilk şartıdır.
Çünkü ağızdan geçen her lokma,
eğer helâl ise kişiye feyiz ve manevi zindelik verir!
Fakat haram veya şüpheli bir lokma ise, gaflet ve hantallık verir;
Duyuşları kısırlaştırır;
Kalbe bir perde olur.
CENÂB-I HAK, BİRE YEDİ YÜZ VERİYOR.
Hazret-i Ebu Bekir (r.a.)’ın halifeliği döneminde bir ara Medîne-i Münevvere’de kıtlık baş gösterir. Tam da o sırada Hazret-i Osman (r.a.)’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmiştir. Kervanı görenler, buğday satın almak için koşuşurlar. Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ederler. Hazret-i Osman (r.a.) ise:
“−Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” der.
Ashâb-ı kirâm, mahzun bir şekilde oradan ayrılıp halife Hazret-i Ebû Bekir’in yanına varırlar. Vaziyeti anlatıp Hazret-i Osman (r.a.)’ın bu tavrına üzüldüklerini bildirirler.
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) ise, o fazîlet ehli sahâbînin bu davranışının altında muhakkak bir hikmet bulunduğunu sezerek: