
AHİRET HAZIRLIĞI
Mehmet Bina
Ertesi gün bir dükkâncı:
- Baba, şu karşıki çeşmeden kırbalarımızı doldur, sonra da yeni gelen şu eşyaları içeri taşı! Dedi ve bunun karşılığında ona bir lira verdi.
Garip adamcağız, hemen fırına koştu ve dörtte bir ekmeğin ücreti olan 25 kuruşu takdim etti. Fırıncı ne kadar almak istemediyse de o nur yüzlü zatın ısrarlı ricası karşısında daha fazla direnemedi; gözleri dolu dolu bir hâlde ücreti kabul etmek zorunda kaldı.
işte kanaat ve istiğna Abidesi bir insan, aynı zamanda bütün yoksulluğuna rağmen infakı ve Allah’ın mahlukatına şefkati elden bırakmayacak kadar cömert bir kul!
HÂDİMÜ'L-HARAMEYNİ'Ş-ŞERÎFEYN DEYİNİZ
Yavuz Sultan Selim han, Mısır'ı fethetmiş,
Hicaz bölgesinin idaresi de kendisine teslim edilmişti. 20 Şubat Cuma günü, Melik Müeyyed Câmii'nde hatîbin kendisinden:
"hâkimü'l-harameyni'ş-şerîfeyn (iki şerefli belde olan Mekke ve Medine'nin hâkimi)" diye bahsetmesi üzerine Yavuz derhâl hatibe müdahale ederek:
"- Hayır, hayır! Bilâkis: hâdimü'l-harameyni'ş-şerîfeyn
(iki şerefli belde olan Mekke ve medîne'nin hizmetçisi! ) deyiniz. " diye nemli gözlerle cevap verdi. Ardından halıyı kaldırıp toprak üzerine secde ederek Rabbine şükretti.
hâdimü'l-harameyni'ş-şerîfeyn'liğini ifade etmek için de, sarığının üzerine süpürge biçiminde bir sorguç taktı.
Daha sonra bu mübarek beldelerin kazaskerliğini verdiği Piri Paşa'ya söylediği şu sözler de, O'nun Hazret-i Peygamber (s.a.v.)'e olan muhabbetinin samimi ve dervişane bir tezahürüdür.
- paşa!
Mekke ve Medine padişahlığı server-i kainat’ın evlâd-ı kiramı elindedir. ben o memleketi asker ile varıp almadım. onlar, kendi kemâlât, hüsn-i edeb ve ihsanlarından dolayı İslâm birliği yolunda bana itaat eylediler.
bu izzetin mükafatı üzerime vâcibdir. Hak Teâlâ’ya gece gündüz şükrederim ki, o mübarek beldelerde okunan hutbelerde ismim yâd olunur. bu saadeti cihan padişahlığına değişmem! bu itibarla harameyni'ş-şerîfeyn'in halkına ne lâzımsa esirgemeyesin! Ve sakın ola, o iki mübarek beldenin işlerine müdahale etmeyesin!
SAHİP OLUNAN EN BÜYÜK NİMET
İsa aleyhisselam bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları yürümeyen bir kötürüm olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
– Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!.. Hazret-i İsa kötürüm adama yaklaştı:
– Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekte, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
– Efendi! Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple Onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum. Halbuki dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde Onu tanıma sevinci, dilinde de Ona şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim, bu sevgiyi ihsan eylemiş, bu nimetin farkına varma tefekkürünü nasip eylemiş. İşte bunu düşününce kendimi tutamıyor da: