
AHİRET HAZIRLIĞI
Mehmet Bina
Bayezid camii’nde ilk namaz
İbadete bir cuma günü açılan camide, ilk namazı 2. Bâyezîd Han kıldırmıştır. Bu hâdiseyi de Evliyâ Çelebi şöyle anlatır:
“Caminin yapısı tamam oldukta, bir cuma günü büyük bir merasimle ibadete açıldı. Bâyezîd-i Velî buyurdular ki:
«–Her kim, ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terk etmemiş ise, şu mübarek vakitte o imam olsun!»
Derya misali cemaat içinden bir kişi çıkmayınca, Bâyezîd Han mecbur kalarak:
“–Elhamdülillâh! Savaşta ve barışta biz bu sünnetleri terk etmedik!..” dedi ve kendisi imam olup namazı kıldırdı.
Böylece 2. Bâyezîd Han, bu tarihi züht ve takva sahnesini mecburen sergilemiş oldu. Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI
İPİN HESABI
Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal, "Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş. Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. "O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman, demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?
Hayatını ve hayatın içerisinde istifade edilen lütufların hesabını vermek hafife alınacak şey değildir.
Rabbim her şeyin helalini, hayırlısını ve hayatımızdaki her türlü iplerin hesabını verebilmeyi nasip etsin inşallah...
CÖMERT BİR KUL
Bir fırının kapısına, siması her gözün göremeyeceği bir asalet taşıyan, güngörmüş bir zat gelmişti.
Kalabalık dağıldıktan sonra fırıncıya:
- Evlâdım! Bugün nafakamı çıkaramadım.
Ecel gelmezse yarın ödemek üzere bana bir çeyrek ekmek verir misin? Dedi.
Sesi titremiş, çehresi kızarmıştı. Fırıncı:
- Ne demek baba; sana çeyrek değil bütün ekmek vereyim. Helâl olsun, paraya lüzum yok. Dediyse de, o garip şahıs:
- hayır yavrum, dörtte biri kâfi. ..
Belki üç yoksul daha gelir. Hem ancak dörtte biri kadar
Yüzümü kızartabiliyorum. Fazlasına tahammül edemem.
Dörtte birini almak için de şartım, Yarın borcumu takdim etmektir. Dedi.
Fırıncı şaşkın bir şekilde çeyrek ekmeği verdi. Ekmeği öperek alan adamcağız, yavaş ve sessiz adımlarla oradan ayrıldı. İleride, köşe başında önüne bir köpek çıktı. Yalvaran gözleriyle açlığını anlatırcasına ihtiyara bakıyordu. Nur yüzlü mübarek;
- demek yarısı seninmiş! Diyerek, çeyrek ekmeğin yarısını köpeğe verdi. Ardından camiye doğru yürüdü. Elinde kalan bir lokma ekmek ve birkaç yudum su ile iftar etti.
Bu nimetleri ihsan eden Allah’a şükretti.