
AHİRET HAZIRLIĞI
Mehmet Bina
HAZRETİ HIZIR’IN HER HAFTA UĞRADIĞI CAMİ
Kardeşi Cem Sultan’ın vefatından sonra Sultan Bâyezîd Han, harici siyasetini daha hür bir zemine oturtmak imkânına kavuştu. Ayrıca, ülke içerisinde de büyük bir imar hamlesine girişti.
İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine oturtulan o muhteşem Bâyezîd Câmii’ni, mimar Kemâleddîn’e inşa ettirdi. Bu caminin temeli, 1501 senesinde atılmış, külliyesi ile beraber beş senede tamamlanmıştır.
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Bâyezîd Câmii hakkında pek çok malumat kaydeder. Şöyle ki:
“Mimarbaşı, kıble hususunda tereddüt edince, Sultan Bâyezîd Han:
«–Şu anda ayağıma bas!» der.
Caminin inşaatında çalışan adam neden hiç para almadı?
Mimarbaşı, ayağını basınca, Kâbe-i Muazzama’yı karşısında görür. Sultan Bâyezîd-i Veli’nin ayaklarına kapanır. Böylece kıblenin istikametini belirlemiş olur.”
Cami-i şerifin inşası sırasında yaşanan başka bir tablo:
Cami-i şerifin inşaatında çalışan usta ve işçilerin gündeliklerinin kaçar akçe olduğu tespit edilmişti. Bunlar her gün küplere konarak bir köşeye bırakılır, herkes de küpten kendi payına düşeni alırdı. Ancak her gün küpteki akçelerde bir yevmiyelik fazlalık çıkmaktaydı. Bunun üzerine kimin kendi payını almadığı araştırıldı ve nihayet, gayet fakir bir işçinin bu işi yaptığı öğrenildi. Meğer adamcağız akşam olunca bir yolunu bulup akçesini almadan inşaattan ayrılıyormuş. Kendisine bunu niçin yaptığını sordular.
Fakir işçi, sırrının ortaya çıkmasından mahcup bir şekilde:
“–Benim malım-mülküm yok! Bu sebeple şu fani dünyada murâd ettiğim gibi maddî bir hayır yapamadığım için daima mahzunum. Hiç olmazsa bu caminin inşaatında para almadan çalışayım da gönlümü ferahlatıcı bir hayır işlemiş olayım diye düşündüm…” dedi.
Bu gönlü zengin fakire dediler ki:
“–Efendi, burası padişah hayratıdır. Bunun için çalıştığını alacaksın. Sen burada bedenen çalış, fakat hakkını da al ve dilediğin yere ver!..”
Veli Bayezid han camide Hızır’ı yakaladı
Sultan Bâyezîd Han, kendi adıyla anılan bu meşhur cami-i şerifin inşaatında, sık sık gelip bizzat bedenen de çalışırdı. Bu çalışmaları sırasında bir gün, ustalardan birinin duvarı gayet süratle örüp yükseltmesi dikkatini çekti. Alâkayla bakınca, şairin:
“Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil” ifadesi vechile, onun Hızır -aleyhisselâm- olduğunu anladı.
Hemen yanına varıp onu yakaladı ve elini sıkı sıkıya tuttuktan sonra:
“–Her namaz vaktinde bu camiye uğrayacağına söz vermezsen, şimdi bağırır ve Hızır’ı yakaladığımı cümle âleme ilan ederim!..” dedi.
Hızır -aleyhisselâm-, özür beyan etti, işlerinin çokluğunu ileri sürerek, böyle bir külfetten affedilmesini diledi. Fakat Veli Bâyezîd, her namaz vaktinde uğramak iddiasını, günde bir defa uğramak şeklinde hafifleştirdiyse de, Hızır -aleyhisselâm-, buna da razı olmadı. Nihayet, haftada bir kere uğramak şeklindeki talebini kabul etmesi üzerine Bâyezîd-i Velî, Hızır -aleyhisselâm-’ı serbest bıraktı. Bu menkıbe dolayısıyladır ki, asırlardan beri Bâyezîd Câmi-i Şerîfi’ne Hızır -aleyhisselâm-’ın haftada bir defa uğradığına inanılır. Hatta bu husustaki tevatüre göre de, Hızır -aleyhisselâm-, her uğrayışında namazını kırmızı kuşaklı minarenin civarında kılarmış.