
AHİRET HAZIRLIĞI
Mehmet Bina
Bu ibretli kıssayla ilgili bazı noktalara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:
1. Kıssanın baş kahramanı olan bu “Allah kullarından bir kul”un ismi âyetlerde zikredilmemiştir. Gaybtaki bilinmezlik atmosferi, kıssanın tamamında görüldüğü gibi, kıssa kahramanının ismen zikredilmemesinde de görülmektedir. Bundan dolayıdır ki, “Kur’an’ın gölgesinde yaşamak” noktasından hareketle tefsirinde, bu zatın isminden bahsetmeyenler de bulunmuştur. Biz ise, hadislerde “Hızır” olarak bahsedilmesinden dolayı, pratikte sağladığı kolaylıktan istifade için, bundan sonra bu zattan “Hızır” olarak söz edeceğiz.
2. Hz. Hızır’ın nebî veya veli olması hususunda âyetlerde açık bir ifade yoktur. Ancak, “Hz. Musa gibi büyük bir peygamberin bilmediği gaybî sırlara vakıf olması ve: “Ben bunları kendi reyimle yapmış değilim”(Kehf, 82) diyerek, bu tasarrufları Allah’ın emriyle yaptığını söylemesi” gibi noktalardan hareketle, nebî olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.
3. Hz. Hızır’ın ilmi, “ilm-i ledünnî” diye şöhret bulmuştur. Bu ifade, “Biz O’na tarafımızdan bir ilim öğretmiştik” âyetindeki “ledün” kelimesinden gelmektedir.
Bütün ilimler Allah tarafından olduğu halde, burada özel olarak bunun ayrıca belirtilmesi, bu ilmin, dıştan her hangi bir sebep olmaksızın, doğrudan İlâhî talime dayandığını gösterir. Çünkü; tarih, fıkıh gibi ilimleri kitaplardan okumak veya birisinden dinlemek yoluyla öğrenmek mümkündür. Ledün ilmi ise, bu yolla öğrenilecek ilimler cinsinden bir ilim değildir. Hatta öyle ki Hz. Musa gibi bir peygambere bile, bu ilim doğrudan verilmemiştir. Bu ilim hakkında “hakikatın ilmi, batın ilmi” “gayb ilmi” gibi açıklamalar yapılmaktadır. Hz. Hızır’ın, Hz. Musa’ya söylediği şu sözler, her ikisinin ilmindeki farklılığı belirtmektedir:
“Ya Musa! Allah tarafından, ben senin bilmediğin bir ilmi biliyorum. Sen de benim bilmediğim bir ilmi biliyorsun.”
4. Vazife noktasından baktığımızda, ikisi arasında farklılık olduğunu görürüz. Hz. Hızır, Hz. Musa gibi halkı Hakk’a götürmeye memur değil, Hakk’dan halka olan mukadderatın infazına memurdur. Bundan dolayı, oğlanı öldürmesi de Allah’ın emriyle vefat eden çocukların ruhlarını kabza müvekkil olan ölüm meleğinin vazife ve mesuliyeti gibi olur. (Yazır, V, 3273)
Veya başka bir benzetmeyle Hz. Hızır, İlâhî senaryonun oynanmasında rol alan bir aktördür. Aktörler, senaryoda onlara biçilen rolleri oynarlar. Onların bunun ötesinde bir sorumlulukları ve yükümlülükleri yoktur. (Albayrak, s. 245)
5. Bize bakan yönüyle kıssa, pek çok ibretleri ihtiva etmektedir. “Gelecek Bilgisi” noktasından alacağımız en mühim ders, “olayların dış görünüşündeki çirkinliğe aldanmamaktır” Evet, çirkin görülen pek çok olayın neticesi güzel olabilir. Nitekim, Kur’an’ın: “Sevmediğiniz bir şey hakkınızda hayırlı olabilir” âyeti, bunu açık bir şekilde ifade etmektedir. (Bakara 216) Bu kıssa, üstteki âyetin açıklaması gibidir. Görünüşte kötü bir fiil gibi görülen geminin yara alması ve çocuğun ölümü, ileride güzel neticelere vesile olmuştur.
PÂDİŞAHIN BİRİ,
Rüyasında, dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü, yemek yiyemez hâle geldiğini görür. Canı sıkılan padişah, gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmak üzere derhal saray tabircilerini huzuruna çağırtır.
Rüyasını anlattıktan sonra tâbircibaşına:
- Hele bir söyle, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir? diye sorar.
Tâbircibaşı hiç düşünmeden:
- Maalesef şerdir padişahım! der ve sözlerine şöyle devam eder:
- Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki gözlerinizin önünde bütün yakınlarınızın birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.