Mehmet Bina

Ahiret Hazırlığı

Mehmet Bina

Bu gözlerimiz, Âhiret âleminde Allâhü Teâlâ'yı görecek veya görmeyecektir.

Eğer, Cenâb-ı Hakkı görme nimetine ererse, böyle binlerce göz, onu görmek için feda olsun. Eğer görmezse, o zaman Allâhü Teâlâ kendi zatını görmeğe layık kılmadığı gözleri kör etsin. Allah'ı görmeyecek gözü, gözüm var deyü neylersin der.

Hasan Basri Hazretleri bu cevaptan çok duygulanır. Gözlerinden yaşlar gelir. Ve şöyle der:

—Nasihat etmeye geldik. Kendimiz nasihat aldık. Hekim olmaya geldik, hekimimizi bulduk demiştir.(alıntı)                       


VER O AH'INI BANA. NAMAZIMI VEREYİM SANA..."

Asr-ı Saadeti güzelleştiren ve benzersiz hale getiren özelliklerden birisi de, Mescid-i Nebevi'de cemaatle kılınan namazlardı. Bir sahabe günlük işlerini yaparken cemaate geç kalmış, mescide heyecanla ve koşarak gelmişti. Tek derdi, Efendimizin kıldırdığı namaza yetişebilmekti. Ne var ki, bir kısım sahabenin mescitten çıkmakta olduğunu gördü. Yoksa bitmiş miydi? Son bir ümitle sahabelere sordu: "Resulullah'ın kıldırdığı namaz bitti mi?" Arkadaşları şu üzücü cevabı verdiler: "Evet, namaz bitti." O yüce namaza, o kutsi cemaate yetişemediğini anlayan sahabe öyle bir "AH!" çekmişti ki, sahabeler onun pişmanlığını takdir etmişler, Resulullah'la birlikte kılınan namaza duyduğu sevgiye hayran olmuşlardı. Nitekim sahabeden birisi dayanamamış ve şunları söylemişti: "Ver o ah'ını bana. Namazımı vereyim sana..."

 

HZ. ALİ’Yİ AĞLATAN OLAY

Hz. Ali bir gün evinde oturuyordu. Kapı çalındı. Hz. Ali kalkıp kapıya baktı. Komşularından biri gelmişti. Komşusu ona selam verdi. O da onun selamına cevap verdi. Sonra Hz. Ali komşusuna:

-Ne istiyorsun? Diye sordu.

Komşusu utanarak:

-Şu kadar paraya ihtiyacım var. Bana borç para verir misin? Dedi. Hz. Ali eve girdi. Komşusunun istediği parayı alıp geldi. Komşusuna verdi. Komşusu istediği parayı alınca sevinerek dönüp gitmişti.

Hz. Ali de eve girmiş, oturup derin bir düşünceye dalmış, sonrada ağlamaya başlamıştır. Hz. Fatıma efendisinin ağladığını görünce ona şöyle demişti:

-Ey Efendim! Neden üzülüp ağlıyorsun? Komşumuzun istediği parayı ona verdin. Sevinmen gereklidir.

Hz. Ali ona şöyle cevap vermiştir:

-Ey Fatıma! Sen komşuluğu bu kadar kolay mı sanıyorsun? Bizim görevimiz, komşumuzun halini sormaktı. Böyle bir ihtiyacı olduğunu öğrenince o gelip istemeden önce, o parayı götürüp ona vermekti. Neden görevimizi yapamadık diye üzülüyorum.(alıntı)                       

ŞEYTANLA SAVAŞ

 Horasan’da bir genç vardı. Gönlü ilim aşkıyla mum gibi yanıyordu. Irak’a gitmiş, ilim peşinde bir hayli koştuktan ve bir çok şey öğrendikten sonra memleketine dönmek üzere hazırlanmıştı. Adeta sevincinden köpürüp taşıyor, kendisini bir kelebek kadar nazlı görüyordu. Tam bu ana ariflerden biri ile karşılaştı. Gönlü yüce arif onu denemek için:

-Evladım, dedi. Horasan’da şeytan var mı?

Genç atıldı:

-A efendi, onun olmadığı yer mi var?

-Orada şeytanla nasıl savaşırlar?

-Ona karşı gelmekle!

-Ya tekrar gelirse?

-Yine ona karışı gelirler.

-Tuhaf şey!

-Neden tuhaf olsun?

-Bütün ömrümüz şeytanla didişerek mi geçecek?

Genç adamın aklı allak bullak oldu:

-O halde ne yapmalı? Dedi.

Yüce arif söyle buyurdu:

-Yolda azgın bir çoban köpeğine rast gelirsen sana dişlerini gösteren köpeği kovmakla uğraşmak kar etmez. Köpekten kurtulmanın en kestirme çaresi sahibini çağırmaktır. Çünkü sahibi ona hemen söz dinletir ve seni korur. Şeytanla savaşmanın yolu da budur, yani Allah’a yönelmektir.                       

 

Yazarın Diğer Yazıları