Mehmet Bina

Ahiret Hazırlığı

Mehmet Bina

Zaman zaman bu düşünceler üzerinde kafa yorduğunu itiraf etti. ÜmmüSüleym, onun bu sözlerinden cesaret aldı. Düşünen bir insanın reddedemeyeceği şu sözleri söyledi:“Sana faydası ve zararı olmayan bir taşa tapmayı nasıl uygun görüyorsun?! Bir marangozun getirip senin için yonttuğu bir ağaç parçasının sana ne bir faydası dokunur, ne de bir zararı...”Ümmü Süleym (r.anha), ihlaslı ve veciz olarak konuşuyordu. Her sözü Ebû Talha’nın yüreğinde iz bırakıyor, kalbinde yerleşen batıl inançları siliyordu. Bu sözler karşısında söyleyecek bir şey bulamadı. Oradan ayrılmak zorunda kaldı. Ümmü Süleym (r.anha), bir insana iman hakikatlerini benimsetmenin zorluğunu biliyordu. Fakat azim ve gayretiyle, hak bildiği yolda sebat ederek bu zorluğun üstesinden gelebileceğine inanıyordu.Ebû Talha birkaç gün sonra tekrar geldi, teklifini tekrarladı. İstediği kadar para vereceğini söyledi. Ancak ÜmmüSüleym (r.anha), ne kadar zengin olursa olsun, müşrik birisiyle evlenmek istemiyordu. Müslüman olmadıkça teklifini kabul etmemekte ısrarlıydı. Onun Müslüman olması için her türlü imkân ve fırsatı değerlendirmek istiyor, en tabii hakkından fedakârlık yapıyordu. Cenâb-ı Hakk’ın, erkeğin evleneceği kadına vermesi gereken bir hak olarak helal kıldığı mehir parasından dahi vazgeçiyordu. Onun bir tek gayesi vardı: Ebû Talha’nın imanını kurtarmak… Ebû Talha’ya, şayet Müslüman olursa bunu mehir olarak kabul edeceğini, ayrıca mehir istemeyeceğini söyledi. Şöyle dedi:“Ey Ebû Talha! Ben senden para değil, Müslüman olmanı istiyorum. Sen ilah diye taptığın putu ateşe tutacak olsan, onun yanıp kül olacağını bilmez misin? Sen böyle bir şeyin karşısında eğilmekten utanmıyor musun? Eğer Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in Resûlullah olduğuna şehadet edersen, ben bunu mehir olarak kabul edeceğim, senden ayrıca mehir istemeyeceğim.”Bu sözler, Ebû Talha’nın kalbindeki batıl inançların son kalıntılarını da teker teker yıkmaya kâfi geldi. Yüzünde iman alametleri belirmeye başladı. Bu hakikati kabul etmek hususunda daha fazla ısrarda bulunmanın doğru olmayacağını düşündü. Ümmü Süleym’e (r.anha), “Bana yaptığın teklifi kabul ettim. Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in Resûlullah olduğuna şehadet ederim.” dedi.Ümmü Süleym ile Ebû Talha, birlikte mesut bir hayat yaşıyorlardı. Evliliğin üzerinden bir yıl geçtiğinde, bir oğulları dünyaya geldi. İsmini “Üveymir” koydular. Bu yavru, anne ve babasının gönlünü eğlendiriyor, evin içini neşe ve sevince boğuyordu. Peygamberimiz bu aileyi ziyaretine geldiğinde Üveymir’i kucağına alıp seviyor, onunla şakalaşıyordu. Günler böylece akıp gidiyordu.Fakat bu hayat dolu çocuk bir gün hastalandı. Ebeveyni ne kadar uğraştılarsa da derdine şifa bulamadılar. Çünkü Cenâb-ı Hak bu yavruyu dünya zindanından cennet bahçelerine almak istemişti. Öyleyse çaresini bulmak mümkün değildi. Nitekim birkaç gün sonra da vefat etti. Babası o sırada evde yoktu.Ebû Talha (r.a.), eve her gelişinde ilk defa Üveymir’i sorardı. Ümmü Süleym bunu biliyordu. Fakat hiç telaşa kapılmadı. Çünkü sakin, telaşsız ve mütevvekkil hâli, telaşına engeldi. Kadere teslimiyeti tamdı. Kaderden gelen her türlü musibete gönül hoşluğuyla razı olurdu. Çocuğun anne ve babasına Cenâb-ı Hakk’ın bir emaneti olduğuna, istediği zaman onu alabileceğine dair inancı sonsuzdu. Ölüye feryad ü figanla ağlamayacağına dair Resûlullah’a söz vermişti. Hayatı boyunca bu sözüne sadık kalmaya kararlıydı.Bu düşüncelerle çocuğu yıkadı, kefenledi, bir kenara bıraktı. Evdekilere de, “Babasına oğlunun öldüğünü ben söylemedikçe hiçbiriniz söylemeyin.” diye tembih etti. Biraz sonra eve gelen Ebû Talha, oğlunun durumunu öğrenmek istedi

Yazarın Diğer Yazıları