
63 Yaşından Sonra, Çilehane'de Yaşayan Hoca Ahmet Yasevi Hz.Leri
Mehmet Bina
Bu gün Recep ayının 12 si, Hoca Ahmet Yesevi'nin vefat ettiği gün.
1093 yılında bugünkü Kazakistan‘ın Çimkent şehrinin doğusundaki Sayram kasabasında doğmuştur.
Tam adı Ahmed bin İbrâhim bin İlyâs Yesevî’dir. Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olan babası, kerametleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen Şeyh İbrâhim adlı bir zattır. Annesi ise Şeyh İbrâhim’in halifelerinden Mûsâ Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur.
Menkıbelere göre, yedi yaşında Hızır (AS) ’ın delâletine nâil olan Ahmed Yesevî Hz.leri, Yesi’de Arslan Baba’ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar. Yine menkıbeye göre, ashaptan olan Arslan Baba’nın Yesi’ye gelerek Ahmed Yesevî’yi bulması ve Hz. Peygamber’in kendisine teslim ettiği emaneti (hurma'yı) vermesi, terbiyesi ile meşgul olup onu irşad etmesi, Hz. Peygamber’in mânevî bir işaretine dayanmaktadır. Arslan Baba’nın terbiye ve irşadı ile Ahmed Yesevî kısa zamanda mertebeler aşar, şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Fakat aynı yıl veya ertesi yıl içinde Arslan Baba vefat eder. Ahmed Yesevî, Arslan Baba’nın vefatından bir müddet sonra, 27 yaşında iken Buhara‘ya giden Ahmet Yesevi, burada dönemin önde gelen âlim ve mutasavvıflarından Şeyh Yûsuf el-Hemedânî’ye intisap ederek onun irşad ve terbiyesi altına girer.
Ahmed Yesevî hazretleri vakitlerini üçe ayırırdı. Günün büyük bölümünde ibâdet ve zikirle meşgul olurdu. İkinci kısmında talebelerine zâhirî ve bâtınî ilimleri öğretirdi. Üçüncü bölümünde ise alın teri ile geçimini sağlamak üzere tahta kaşık ve kepçe yaparak bunları satardı.
Bir rivayete göre, onun hâlden anlar bir öküzü vardı. Bu öküzün sırtına bir heybe asar, içine de yaptığı kaşık ve kepçeleri koyup Yesi çarşısına salıverirdi. Kim kaşık ve kepçeden alırsa ücretini heybenin gözüne bırakırdı. Mal alıp da ücretini vermeyen olursa, öküz o kimsenin peşini bırakmaz, nereye gitse peşinden o da giderdi. Adam ücreti heybeye koymadıkça o kimsenin yanından ayrılıp başka yere gitmezdi. Akşam olunca da Ahmed Yesevî’nin evine gelirdi.
*Hoca Ahmed Yesevî bir gün dergâhının önünde oturuyordu. Yoldan geçmekte olan bir grup çocuk gördü. Câmiye veya medreseye Kur’ân öğrenmek için giden bu çocuklar mushaflarını bir torba (kılıf) içine koymuş ve boyunlarından aşağı sarkıtmışken, içlerinden bir tanesi Kur’ân’a olan saygısından dolayı mushafını başının üzerinde taşıyordu. Ayrıca medreseden evine dönerken hocasının bulunduğu tarafa sırtını dönmemek için geri geri yürüyerek gidiyordu. Bu durumu gören Ahmed Yesevî o çocuğa: “Oğlum! Hocandan, anne ve babandan izin al, senin dinî eğitimini ben vereyim.” dedi. Çocuk gerekli izinleri alıp Yesevî’nin dergâhına geldi. Uzun yıllar dinî eserler okuyup ilim tahsil etti, ardından mürid olup maneviyatta ilerledi. Bu çocuğun adı Süleyman idi. Bir gün Ahmed Yesevî, Süleyman ve diğer birkaç arkadaşını odun toplamak için kıra gönderdi. Gelen odunlarla yemek pişirilecek ve dervişlere, talebelere ve misafirlere ikram edilecekti. Çocuklar odun getirirken yolda yağmur yağmaya başladı. Süleyman cübbesini (paltosunu) çıkarıp odunlara sardı. Dergâha geldiklerinde diğer çocukların getirdiği ıslak odunlar yanmazken Süleyman’ın kuru odunları yandı. Bunun üzerine Yesevî: “Sen ince düşünceli yani hikmetli bir iş yapmışsın.
Bundan sonra senin adın Hakîm Süleyman olsun.” dedi. Sonraki yıllarda hocası Ahmed Yesevî’den icazet (diploma) alan ve Bakırgan denen bölgede yerleştiği için Süleyman Bakırganî adıyla da anılan bu zât, daha ziyade Hakîm Ata diye meşhur olmuştur.
*İnsanları irşat eden bazı sözleri şunlardır. "Gönlünde Allah-ü Teâlâ’nın aşkını taşıyanlar dünya ile tamamen alakalarını kesmişlerdir. Bunlar halk içinde Hak ile olurlar. Bir an Allah-ü Teâlâ’yı unutmazlar.”
“Karnı tokken Horasan’ın köpekleri de şükreder. Mühim olan karnın açken şükredebilmek.” “Muhabbet, sevgi ve aşk olmadan iman da kamil olmaz.”
“Ey dostlar! Sakın ha cahil olanlarla dostluk kurmayınız.”
“Ey dostlar! Bir kimse, Allah Teâlâ’nın aşkı ile yanıp yakılarak, bu denizde çok usta bir dalgıç olmadıkça, bundan çok daha derin olan vahdaniyet denizine giremez. Ona girmek için çok usta ve dikkatli bir dalgıç olmak gerekir.”
“Başım toprak, cismim toprak, özüm toprak. Yandım yakıldım da yine tertemiz olamadım. Allah’a kavuşacağım diyen ruhum özlem içinde. Şebnem olup yer altına girdim işte.”
*Rivayete göre Ahmet Yesevî altmış üç yaşına geldiğinde dergâhında yerin altına küçük bir oda şeklinde çilehane yaptırdı. Ömrünün kalan kısmını çoğunlukla orada ibadet ve tefekkürle geçirdi. Bir gün talebelerini dergâhın avlusunda topladı ve onlara şöyle seslendi:
“Ey gönül dostları! Allah-u Teâlâ'nın en sevgili kulu olan Peygamberimiz (sav) 63 yaşında bu dünyadan ayrıldı. Ben de şimdi 63 yaşındayım. Artık şu gördüğünüz çilehaneye çekilecek, ömrümün kalan günlerini bu hücrede tamamlayacağım.”
Ahmet Yesevî’nin İbrahim adında bir oğlu olmuşsa da kendisi hayattayken vefat etmiştir. Yesevî’nin nesli Gevher isimli kızı sayesinde devam etmiştir. Şeyh Ahmet Yesevi, Recep ayının 12 sinde 1166 yılında 73 yaşında Kazakistan’da vefat etmiştir. Kerametlerinin vefatından sonra da devam ettiği ileri sürülen Ahmed Yesevî, rivayete göre, kendisinden çok sonra yaşayan Timur’un rüyasına girer ve ona zafer müjdesini verir. Timur zafere erişince, Türkistan ve Kırgız bozkırlarında şöhreti ve nüfuzu iyice yayılmış olan Ahmed Yesevî’nin kabrini ziyaret için Yesi’ye gelir. Kabrin üstüne, devrin mimari şaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını emreder. Birkaç yıl içinde inşaat tamamlanır ve türbe, camii ve dergâhı ile bir külliye halini alır. Ahmed Yesevî’nin türbesi civarına gömülmek bozkır göçebeleri için ayrı bir değer taşır. Bu sebeple birçok kişi daha hayattayken türbe civarında toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Türbesi, Kazakistan'ın güneyindeki Türkistan kentinde 1389 ile 1405 yılları arasında Timurlenk tarafından yapıldı. 2002 yılında UNESCO tarafından dünya tarih eseri olarak kabul gördü. Ahmet Yesevi'nin türbesi Türkiye Cumhuriyeti tarafından TİKA marifetiyle yeniden tamir edilmiştir.