Mağlubiyetin büyüklüğünü Ak Parti belirledi
Latife ÖGE AKIN
Cumadan devam...
Cuma günü Ak Parti’nin yerel seçimlerde büyük oranda ivme kaybettiğini, sebeplerini konuştuk. Devamı salı gününe dedik. Bugün ise yerel seçim sonuçlarının vatandaşta sebep olduğu dönüşüme, dönmeye, dönenlere, döneklere, değineceğiz. Düne kadar aman Ak Parti’m canım Ak Parti’m, şöyle uçuyoruz, böyle kaçıyoruz, aman doğalgaz bulundu, petrol bulundu, uzaya çıkıyoruz, Lozan bitti Osmanlı yeniden kuruluyor, ekonomik sıkıntılar sadece bizde değil, tüm dünyada büyük bir kriz var, reis olmasa din iman elden gitti, biz tüp yağ kuyruğuna girerdik şimdi sultan gibi yaşıyoruz diyenler, şimdilerde oyların düştüğünü görünce kralın gömleği yok babında başladılar söylentiye. Kral çıplak diyecekleri günün hesabını yapıyorlar. İçlerindeki kötü irini kusacaklar da gün sayıyorlar. Yemek yedikleri kaba gözlerini diktiler hacet giderecekler. Oysa hasbel kader geldikleri makamlarıda, itibarlarını da, kazandıkları her şeyi Ak Parti’ye borçlular. Ama nankörlük denince bizim elimize kimse su dökemez. Şimdi tü kaka mı oldu yani.
Geçenlerde bir kıssa okumuştum, çok etkilenmiştim.
Zamanın birinde bir vatandaş hayrat niyetine çeşme yaptıyor ancak çeşmenin üzerine “dinsize helal, müslümana haramdır” yazdırıyor. Dönemin ahalisi homurdanmaya, söylenmeye başlıyor, nihayetinde kadı efendiye varıp şikayet ediyorlar hayırseveri. Müslüman mahallesinde hayrat yaptırıp üzerine müslümana haram yazdırmak neyin nesi diye çıkışıyorlar. Kadı efendi ahaliye hak veriyor, adamı derdest edip huzura getirtiyor. Adam huzura çıkınca “kadı efendi ben böyle yazdırdım ama sebebini size ispat etmek için padişahın huzuruna çıkmayı dilerim. Sonra vereceğiniz hüküm başım üstünedir” diyor.
Kadı efendi çaresiz bu dileğin padişaha iletilmesine karar veriyor. Padişah ise bir yandan öfkeyle bir yandan merakla hayrat yaptıran vatandaşı huzura almayı kabul ediyor. Huzura geldiğinde ise durum adama sual ediliyor. Adam “padişahım size sebebini ispat edeceğim ancak ecnebilerin en ileri gelenlerinden sizin seçeceğiniz birini derdest edip bir hafta zindanda misafir etmeniz gerekiyor.” Padişah anlam veremese de peki diyor, bir ecnebi apar topar sebepsiz derdest edilip zindana kapatılıyor. Ecnebiler ayağa kalkıyor, elçiler gönderip sebebini öğrenmek istiyorlar. Hapsedilen adamın iyi biri olduğunu, bu mahkumiyetin çok kötü bir karar olduğunu, bir açıklama beklediklerini iletiyorlar. Bir hafta sonra baskılar iyice artınca adam mahkumun salıverilmesini istiyor. Padişah anlam veremiyor tabi. Fakat bu defa da padişahtan kilisenin papazının derdest edilmesini istiyor adam. Padişah sırf merakından adamın bu isteğini de kabul ediyor. O dönemin en tanınmış, en sevilen papazı derdest edilip zindana atılıyor. Tabi tüm ecnebiler bu defa daha büyük tepkilerle sarayın kapısına dayanıyorlar. Papazın neden mahkum edildiğini, serbest bırakılması karşılığında fidye verebileceklerini, papazın onlar İçin çok kıymetli olduğunu anlatıyorlar. Bir haftanın ardından papaz serbest bırakılıyor.
Adam “son bir isteğim kaldı ey hükümdarım. Bu kez müslümanların hayranlıkla takip ettiği, yanında bulunmaktan şeref duyduğu, kendisine hürmetin ve iltifatın çok olduğu dürüst, ahlaklı, gerçek mümin olan bir imam efendiyi cuma namazının ortasında derdest edip hapsedeceğiz.”
Padişah iyiden iyiye meraklanıyor, öfkelense de adamın isteği kabul ediliyor ve bahsi geçen özelliklerde bir imam tam da cuma namazı esnasında alınıyor. Ahali sus pus, şaşkınlık içinde, üzülüyor. Ancak ellerinden bir şey gelmez. İmam efendi zindanda bir kaç gün tutuluyor ki ahaliden dedikodular yayılmaya başlıyor. “İmam efendi acaba nasıl bir kabahat işledi ki hapsedildi”
“imam efendi iyiydi ama şöyle şöyle kusurları da vardı”
“İmam efendi şu ibadetleri zaten yanlış yapıyor, yanlış anlatıyordu”
En sonunda “imam efendi dedik ama aslında düzenbazın tekiydi, yemediği nane yoktu”
Ahali bir hafta dolmadan imam efendiyi yerle bir ediyor. Hakkında olur olmadık, haksız yere bir sürü dedikodu ve iftiralarla bir anda düşman kesiliyorlar.
Bir hafta dolduğunda o imamdan helallik alınarak serbest bırakılıyor.
Adam padişaha dönüp gördünüz mü padişahım, imam efendiyi nasıl da yerle yeksan etti bu müslüman ahali. Üstelik hiç bir kabahati yoktu. İyi bir mümin, iyi bir insandı. Üstelik bu ahaliye çok iyilikleri dokundu ama imam efendi nelerle itham edildi. Şimdi siz söyleyin bu ahaliye o çeşmenin suyu helal midir haram mı?”
Padişah ise dehşet içinde “ne suyu bunlara hava bile haram” diye cevap veriyor.
Diyeceğim o ki; ardında 22 yıldır bıkıp usanmadan reisi övenler, kusursuz sayanlar, yaptığı her icraatı koşulsuz haklı ve yerinde bulanlar, anlata anlata bitiremeyen, uğruna eş dost akrabayı karşısına alanlar şimdilerde Erdoğan’ın çarşaf çarşaf yanlışlarını sıralar olmuş. Ne oldu, Erdoğan ne ara bu kadar kötü biri oldu. Ne ara bu kadar gözünüz açıldı. Yoksa güç korkusu yüzünden yanlışlara doğru mu dediniz? Yoksa Makam kaygısından, çıkar kaygısından batıla hak mı dediniz?
Şimdi her hatayı görür oldunuz. Gözünüz nasıl açıldı? Şimdi kimi övme sırası? Erdoğan yerine varis olarak kimi atadınız?
Yanlışların üzeri örtüldü, hatalar İçin çeşit çeşit haklı bahaneler bulundu. Sesi çıkanın sesi kesildi. İtiraz eden dinsiz, vatan haini, terörist, fetöcü ilan edilmişti. Şimdi ne oldu?
Asıl güç millet iken, milletin iradesi iken ona bile yön verenler şimdi nasıl da duvara tosladı.
Hor görülen, küçümsenen, insanca yaşam şartları şöyle dursun insan yerine konulmayanlar sözün, yetkinin kendisinde olduğunu hatırlattı. Patron biziz dedi.
Sağcı için de solcu için de, biz millet olarak takım tutar gibi parti tutuyoruz. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten aciziz. Hiç kimse kusursuz değil oysa. Kuluzi biz bir kere. İnancımız gereği bunu kabul etmemiz gerekiyor. Beşeriz şaşarız. Bir insanı bu denli kusursuz görmek hangi aklın ürünü. Atatürk’e ilah gibi tapanlarla Erdoğan’a ilah gibi tapanlar bu millete en büyük zulmü yapanlardır. Bu zeka, bu akıl bu milletin sırtındaki kamburdur. Açık ve net söylüyorum her ikisi de kamburdur. İdareciler gelir ve gider. İyi icraatlarıyla anılır. Millete hizmeti ile anılır, ardından dua edilir, hayırla yâd edilir. Ama hiç bir kula tapılmaz. Hiç bir kul, Allah’ın yer yüzündeki eli değildir. Haşa Allah oy kullanmaz, hiç bir kul için peygamber yaşasa ona oy verirdi denmez. Ağzından çıkanlar ayet ya da hadis niteliğiyle değerlendirilmez. Bu kadar cahillik islama da hakarettir.
Erdoğan’ı da Atatürk’ü de antipatik yapıp, onlara zarar veren en önemli etken onları böylesine uçlarda savunan, böyle büyük büyük cümlelerle adeta ilahlaştıranladır.
Bizim millet olarak önce iradenin bizde olduğunu anlayıp, hizmet edeni takdir ederken, yanlış yapana da parmağımızı sallamayı öğrenmemiz gerekiyor.
Velhasıl kelam bu muhabbet çoook daha uzar ama sözün uzunu ahmağa söylenir.
Millet olarak hakkımızda hayırlısı. Bu millet yararına yoldaki taşı kenara kaldırandan bile Allah razı olsun. Bu milletin hakkı olan bir tek buğday tanesini kendi cebine indiren, peşkeş çeken, çıkarı için kullanan ise bu milletin ahında boğulsun.
İki dünyada iki yakası bir araya gelmesin.