
Vatan Bayrak Namus
Kerim Küçüksarı
Çanakkale savası sadece Türklerin değil, tüm İslam âleminin ibret alması gereken bir savaştır. O dönemde Osmanlı Devleti aynı zamanda İslam Dinin de sancaktarlığını yapmaktaydı. 1897 yılında I. Siyonist kongresi yapılmış ve bu kongrede Osmanlı Toprakları olan Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması kararlaştırılmıştı. Siyonist kongresinde başkan seçilen Teodor Herzl, Osmanlı Devletinin sultanına Filistin topraklarının yüksek meblağlarla Yahudilere satılması teklifini iletme cüretini gösterecekti. Fakat Sultan Abdülhamid Han, Herzl’in bu cüretsiz teklifine “kanla alınan bu topraklar ancak kanla verilir” diyerek heveslerini kursaklarında bırakacak, lakin onlar durmayacaktı.
Daha sonra Siyonistler türlü entrikalarla Osmanlı Devletinde kazan kaynatmaya başlamış dışı bizden ama içi satılmışlar tarafından darbe yapılarak Sultan Abdülhamid Han yönetimden uzaklaştırılmış, yönetim İttihat ve Terakkinin basiretsiz yöneticilerinin eline geçmiştir. Yedi kıtaya hükmetmiş Osmanlı Devleti Afrika’daki son toprağı Trablus’tan ve Balkanlardan, Edirne sınırına kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Yine bir oldu bitti ile Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşında Almanların yanında savaşa sokulmuştur. Bu olaylar bu zümrenin ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir!
Görünürdeki hedefleri boğazları geçerek Rusya’ya yardım götürmek olan İngiliz, Fransız ve İtalya gibi üç büyük devletin Çanakkale boğazına yığdığı dönemin en modern zırhlıları ve üç yüz binden fazla askere rağmen “Allah yolunda, sizinle savaşanlarla savaşın” emri mucibince canını, malını ve kanını ortaya koyan Osmanlı Devletinin imanlı evlatları Çanakkale’yi geçilmez kılmıştır.
Bizim o dönemde topumuz tüfeğimiz yoktu, modern zırhlılarımız yoktu. Hatta öyle ki atacak mermimiz bile yoktu. Demir ve kurşun karışımından mermiler döküp vatanımıza, namusumuza ve bayrağımıza göz diken düşmanla öyle savaştık. Savaşı da 250 bin harp sahasında, takriben 150 bin de hastanelerde olmak üzere 400 bin imanlı vatan evladının şahadet şerbetini içmesi karşılığında kazandık.
Bu savaş sadece cephede cereyan etmemiş. Ciğer paresi evlatlarını dîn, îman, ezan, vatan, bayrak, mukaddesat sevgisiyle yetiştirip sonra da âdeta düğüne gönderir gibi cepheye yollayan, sînesi îman dolu o mübârek anaların yüreklerinde de yaşanmıştır.
Çanakkale Savaşında Osmanlı Devleti ırkçı emperyalist devletlere yenilseydi, ümmetin ayakta kalan tek devleti yıkılacak ve Müslümanlar büyük bir boşluk içerisinde bırakılacaktı. Bayrak nazlı nazlı dalgalanmayacak, vatan parçalanacak, namus düşman çizmesi altında tarumar edilecekti. Fakat istedikleri olmadı. Çanakkale muazzam bir imanla savunuldu ve tüm dünyaya karşı milletimiz destansı bir zafer kazandı. Bunun içindir ki bir milletin en önemli varlığı ne toptur, ne tüfektir sinesi iman dolu evlatlarıdır. Sinesi iman dolu evlatlarımıza fırsat verildiğinde, dönemin en önemli teknolojik harp malzemelerini de üretecek kabiliyettedir.
Evlatlarımıza arı duru dinimizi hurafelerden uzak bir şekilde öğretmeliyiz. Öğretmeliyiz ki “inancımızdan dolayı bizi öldürmeye, yaşadığımız topraklardan çıkarmaya kalkanlara, bunlara destek verenlere, ihanet edenlere ve anlaşmayı bozanlara” karşı İslam’ın tam bir savaş dini olduğunu, Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» denmeyeceğini, O öldürülenlerin diri olduğunu, bu durumu bizim fark edemeyeceğimizi bilsin.
Yine İslam’ın barış zamanı tam bir barış dini olduğunu bilsin. Bilsin ki savaşta da aşırı gitmesinler. Sadece sıcak çatışma zamanı düşmanın öldürüleceğini, esirlere kötü muamele yapılamayacağını, savaşın bile İslam’ı tebliğe dönüşmesi gerektiğini bilsin.
Çanakkale savaşı bunların sayısız örnekleriyle doludur. Süngü harbinin yapıldığı, savaşın şiddetli olduğu bir zamanda ateşkes ilan edilir, herkes kendi ölü ve yaralılarını savaş meydanından toplamak için uğraşırken Fransız general yaralıların arasında ilginç bir olayla karşılaşır. General olayı şöyle anlatır “… yerde bir Fransız askeri yatıyordu. Onun yanı başında da bir Türk askeri vardı. Dikkat ettim, Türk askeri gömleğini yırtmış, Fransız askerinin yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Yanına gittim ve tercüman vasıtasıyla aramızda şu konuşma geçti: Niçin öldürmek istediğin düşmanına yardım ediyorsun? Mecalsiz bir halde bulunan Türk askeri cevap verdi: Bu yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi. Dilinden anlamıyordum ama, herhalde annesi olacak. Demek ki onun bir bekleyeni var. Benim ise kimsem yok. Ölsem ne çıkar? Onun için istedim ki, o kurtulup annesinin yanına gitsin!” dedi der ve ekler Fransızlar böyle mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirler!
Çanakkale’de huzur ve bereket dolu bu topraklarda bayrağımızın dalgalanması için canlarını gözünü kırpmadan feda eden kahramanlarımız, öyle yüksek bir ahlakla savaşmıştı ki düşman bile “biz bu yenilgiyi hak ettik” demek zorunda kalmıştır.
Çanakkale zaferinden alınacak sayısız ders vardır. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz.
Haçlı savaşlarının yapılma gayesi ile Çanakkale savaşının yapılmasının gayesi aynıdır. Siyonizmin İsrail’i kurma planlarının bir parçasıdır. Savaştan sonraki yıllar bize bunu gösterecektir. Para karşılığı düşman saflarında savaşa giren Hintli Müslümanların boğazın derin sularına gömüldüğü bir savaştır. İhanet cezasız kalmamıştır.
Topyekun bir milleti İslam dininden uzaklaştırır, cihat ruhunun sinelerden alınmasına müsaade ederseniz, FETÖ ya da başka yapılar tarafından yetiştirilen gençlik sorgulamayı unutur, mutlak iteat altında yumuşak lokma haline getirilir ve düşmanlarımız onları parça parça yer.
Biz biliyoruz ki kendinizi düzeltmezsek Allah bizi düzeltecek değildir. Aziz şehitlerimizin destandı mücadelesini unutmadık inşallah unutturmayacağız da.