
Medine Pazarı İyi Bir Örnektir
Kerim Küçüksarı
Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Medine’nin nüfusu yaklaşık 10 bin kişiydi. 4 bin kadarı Yahudi, 6 bin kadarı ise Araptı. Lakin ticari hayatın kontrolü büyük ölçüde Yahudilerin elindeydi. O dönem Medine’de yaşayan Beni Kaynuka sülalesi kuyumculukla uğraşırlar. Bugünkü karşılığı faiz, kredi ve tefecilik yaparlar. İkincisi Beni Nadır sülalesi ise tarımla uğraşır. Üçüncüsü Beni Kureyza sülalesi ise deri işiyle uğraşır, deri ve deriden mamul eşya üretirlerdi. Yahudiler ekonominin temelini oluşturan bu sektörlerin üretimini ellerinde tuttukları için ticari hayata hakimler ve kontrol onların elindedir. Dolayısı ile pazarın kurallarını da onlar koyuyor ve fiyatları da üretimi elinde bulunduran bu üç aile belirliyor.
Medine’de bir İslam Devleti kurmak için yola çıkan peygamberimiz, siyasi ve toplumsal hayatın merkezi olan Mescid-i Nebevi’yi inşa eder. İktisadi bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olmaz. Bunu iyi bilen Peygamberimiz de mescidin hemen ardından, kural ve kaidelerini bizzat kendisinin koyduğu Medine Pazarını kurar. Böylece ticari alandaki hakimiyette Müslümanların eline geçer.
Yukarıdaki olayı neden anlattım?
Çağımızda dünya küçük bir köy haline geldi. Ülkelerin fiziki sınırları ortadan kalktı. Savaşlar eskiden cephelerde yapılırdı bu gün ticaret meydanlarında yapılmaktadır. Sınırların öneminin kalmadığı bu dünyada zaferler ya da mağlubiyetler generaller yerine ticaret adamları tarafından yazılmaktadır. Camiye giderken bindiğin araba “Alman malı”, giydiğin çorap “Kore malı” ise bu savaşı kaybettin demektir. Ticaret savaşlarında madem ki Türk ve İslam ülkeleri olarak yenik durumdayız. Bu durumu tersine çevirmek için bizzat Peygamberimizin ilkelerini koyduğu bu pazarı yeniden analiz etmeli ve ondan dersler çıkarmalıyız ki zaferlerin yolu açılsın.
Pazara hakim olamazsan hiçbir şeye hakim olamazsın. Bu sebeple Türkiye ekonomisinin her dalgalanmada sallanmaması için birinci şart üretmektir. İnşaat ve yol yapmak üretmek değildir. Üretimin desteklenmesi için de Kalkınmada Öncelikli İller uygulamasını çöpe atıp, kalkınmada öncelikli sektörler uygulamasına geçilmelidir. KGF destekli kredileri alıp döviz alanlara nitelikli cezalar verilmeli, samimiyetle üretim yapan işadamlarımız, sanayicilerimiz desteklenmelidir. Oda ve birliklerimiz aidat toplamanın biraz ötesine geçerek ürünlerin kalitesini, fiyatları denetlediği gibi, yeni fethedilecek pazarları aramalıdır. Bu manada Sanayi Bakanlığı’na büyük görev düşmektedir. Doğru bir destekleme programı ve samimiyet bir araya gelirse Avrupa’da olsun Çin’de olsun ibadet hanelerine giden insanların bindiği arabada ve çorapta o zaman “Türk Malı” yazdığını görmek hayal olmaz.
Atamalarda liyakat ve samimiyet çok şeyi değiştirir.
Güven ve istikrarın sağlanması için samimiyet şarttır. Vatandaşın alım gücü giderek zayıflarken lüks ve şatafatlı yaşam tarzlarına güveneceğini beklemek hayal olur. Bunun için topu taca atmak yerine, halkın sesine kulak vermek ve olaylara samimiyetle yaklaşmak çok büyük yol almayı sağlayacaktır. Lakin bu samimiyetin gösterilebilmesi için liyakatli insanların iş başında olması gerekir. Beceri ve liyakatine göre bir yerlerde olmayan, yarın görevden alınır mıyım korkusu yaşayan insanların bulunduğu mahalde çözüm üretmesini beklemek mümkün değildir. Görevlerin belli kişiler arasında değişip durduğunu, uzmanlık alanı olmayan yerlere eski milli sporcumuz gibi atamaların yapıldığını görmemek mümkün değil artık.
Son dönemde sıkça duyduğum konulardan biri de “rüşvet”. Bu kelimenin her hangi bir kurumumuzda kullanılması abesle iştigaldir. Kürşat Ayvatoğlu örneğinde gördük. Bu çocuk her şeyi tek başına mı kazandı? Kendine bu işleri yaptıran ve yolları açanlar kimler? Bunun gibi daha kimler var? Bunları görmek ve hesabını sormak gerekmez mi? Görevler geçicidir. Bu görevleri de emanet olarak bilmek ve hakkını vermek gerekir. Devlet kurumları halka hizmet etmek için vardır. Şayet hakkını veremeyecekse bir kişi, maişetini kazanmak için devlet kademelerinde çalışmasına gerek yoktur, ticaret yapması daha hayırlıdır.
Ülkemizin gücü bu zorlukları aşmaya yeter.
Ülkemiz başta olmak üzere, dost ve kardeş ülkelerle birlikte kurallarını koyacağı yeni Medine Pazarlarının kurulmasına öncülük edebilir. Türki cumhuriyetler ve Müslüman ülkelerle ayrı ayrı kurulacak ortak pazarlar hem onlara hem bize güç katacaktır.