
Koronadan Değil Korkudan Ölecekler!
Kerim Küçüksarı
Son 30 yılda laboratuar ortamında üretilmiş, yakın aralıklarla toplumları etkileyen birçok virüsle karşılaştık. Kimi zaman adı domuz gribi, kimi zaman kuş gribi oldu. Bu günkü salgının adına da Korona Virüs dediler. Birçok bilim insanı, kitle iletişim araçlarından bu virüslerin ne kadar tehlikeli olduğunu ve aşılanmamız gerektiğini anlattı, anlatıyor. Tam da bu sırada virüsün mutasyona uğradığı haberleri yayılmaya başladı. Mecburi istikamet ve tek çare olarak sunulan aşının çöp olabileceği ihtimalini ortaya çıkardı.
Domuz gribi döneminde gazeteci arkadaşlarımız morgların önünden günlük ölü rakamlarını anons ederken, bu haberleri izleyen kitleler korkuyor ve son derece rahatsız oluyordu. Bugünkü salgında, en yetkili ağız olan Sağlık Bakanı günlük vaka/ölü sayılarını açıklıyor. Siz her gün kanserden, gripten veya her hangi bir hastalıktan ölenleri, hastalığa yakalananları açıklarsanız toplumda bir korku psikolojisi oluşturursunuz. Bu haberleri dinleyen kitleler hastalıktan değil korkudan ölürler. Nitekim kendilerini evlerine hapsedip aylardır dışarı çıkmayan, bir nevi hapis hayatı yaşayan insanların varlığına şahit oluyoruz. Kısaca insanlara dayatılan yeni normal veya yeni dünya düzeni! bu olsa gerek.
Artık günlük vaka sayılarının açıklanmasından vazgeçilmesi gerektiği kanaatindeyim. Ki insanlar korku ve panik havasını üzerlerinden atsınlar. Korku psikolojisinden uzaklaşılsın ki “tüm dünyanın neden aşıya odaklandığına, gelişen teknoloji sayesinde ses frekansları ile tedaviye neden kimsenin yanaşmadığına ya da başka bir yöntemle kitlesel salgınların önüne geçilip geçilemeyeceğine bilim insanları kafa yorsunlar.”
Korona virüsle birlikte gelişen olayları en başından beri analiz ettiğimizde kıtaların zenginliklerini sömüren Küresel Seçkinlerin hedefinde, artık insanın bizatihi kendisinin olduğunu görüyoruz. Bu seçkinler, insanları kontrol altına almaya, insanların biyolojik ve fiziksel tüm hareketlerini izlemeye çalışıyor. Doğa ve insan üzerinde hükümranlık kurarak, yönetilebilen her şeyi kendi amaçları doğrultusunda sevk ve idare etmeye çalıştıklarını görmek, bir nevi “tanrılık” iddiasında bulunduklarını söylemek hamaset olmasa gerek.
Küresel sermayenin sözcülerinin ve paranın hareketlerini izlediğimizde de bizi doğru adrese götürüyor aslında. Akıl sahipleri olarak şöyle bir bakın; bir tarafta doğal tarımı yok eden, genetiğini değiştirdikleri ürünleriyle insan sağlığını tehdit eden dünya gıda kartellerinden Monsanto ve Cargill’e yatırım yapan Gates ailesini, diğer yanda çocuk felci ve RNA aşılarının geliştirme çalışmalarının içerisindeki Bill ve Melinda Gates çiftini göreceksiniz. Bir yanda da Elon Musk’un deneylerini görüyoruz.
Kim bu insanları? Niyetlerinin iyi olmadığı kesin! Gates ailesinin vakfı ile DARPA (Defence Advanced Research Projects Agency / Amerikan Savunma Bakanlığı İleri Araştırma Projeleri Ajansı)’nın ortaklaşa yürüttükleri projelerde geliştirilen hiydro jel ile insana biyo sensörler takmayı başardılar. İnsan DNA’sının sırlarını çözecek, insan hücresine yerleştirilecek biyo çiplerle insanları biyo bilgisayar olarak kullanacak, insanın biyolojik ve fiziki tüm hareketlerini takip edecekleri veya yönlendirebilecekleri birçok proje yürütüyor. Geliştirilen bu projelerin insanlar üzerinde denendiği biliniyor. Denemeleri biten bu çalışmaların tüm insanlara uygulanması gerekir. Bu uygulama da ancak tüm insanları aşılayarak yapılabilir!?
Hal böyle olunca ülkemizdeki sağlık otoritelerinin aşı konusunda halkımızı çok iyi aydınlatması gerekir. Ekranlar bilim insanlarıyla dolu. Her önüne gelen insanlara bir mesaj iletiyor. Nasıl ki her din adamı dini konuda bile doğru bilgi vermiyorsa, her bilim insanı da bilim konusunda doğruyu konuşmuyor olabilir. Geçmişte Domuz Gribi konusunda konuşan bilim insanlarının “biz konuyu biraz abartmışız özür dileriz” dediklerine şahit olduk. İnsan sağlığını ilgilendiren hassas meselelerde hiç kimsenin abartmaması gerekir. Çok konuşan bilim insanlarımızdan ricamız laboratuarlarda daha fazla nitelikli zaman geçirmeleridir.
***
Teknolojik gelişmeler bizi insan DNA’sı ile oynayacak düzeye kadar getirdi. Eline güç, para, yetki geçen yeryüzündeki düzeni bozmaya, kaynakları ve nesli yok etmeye çalışıyor. Diyanet ve YÖK’e düşen Din, Biyoloji ve Fizik alanında ortak doktora programları geliştirmeleridir. Maddenin tabiatını bilimle nasıl bozdularsa, dininin hükümlerini iyi bilen, süslü gösterilenlere meyletmeyen, Allah’tan gereği gibi korkan bilim adamları ile de yeniden adil bir düzen kurulabilir.