Kerim Küçüksarı

Ekonomi Nereye Savruluyor?

Kerim Küçüksarı

Türkiye’nin tarihinden bu yana çok parası olmamış, kamu maliyesindeki bozulmalardan dolayı ilk borcunu 1961 yılında IMF’den almış, ülkemiz farklı dönemlerde 15 defa ekonomik kriz yaşamıştır. Rahmetli Erbakan Hoca dönemi haricinde bütçe, hiçbir zaman denk olmamış, Faizci kapitalist sistemle barışık olanlar, Türkiye’nin toplam vergi gelirlerinin ortalama %20’sini faize ödemiştir.

Türkiye’nin her dönemde dövize ihtiyacı vardı ve borçlandı. Borçlanma yönetilebilir oldukça devlet için sorun teşkil etmedi. Lakin israf ve savurganlık hat safhaya çıkar ipin ucu kaçarsa, Osmanlı Devleti döneminde imzalanan Balta Limanı anlaşması benzeri anlaşmalara imza atılırsa, ülke ekonomisi yarı sömürge haline gelir, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış borçları için kurulan Duyun-u Umumiye gibi bir kurum kurulmak zorunda kalır. Hesapsız yapılan borçlanmaları ve harcamaları işte o zaman gelecek nesillerden “söke söke alırlar.” Ekonomik bakımdan dışa bağımlı bir devletin siyasi olarak hareket kabiliyeti de büyük ölçüde zarar görür ve bağımsız kararlar alması güçleşir. 

Türkiye’nin ekonomisi pandemi döneminde de büyüdü. Lakin vatandaşın geçim düzeyi ve refah seviyesinde bir iyileşme olmadı, bu büyüme aşağıya olumlu olarak yansımadı. Pandemiyle birlikte, TÜİK’in resmi verilerine göre işsizlik oranı %13.4’e, genç işsizlik oranı %25’e çıktı. Zengin iyice zengin, fakir iyice fakir olup gitmektedir. Orta kesim olarak tabir edilen kesim her geçen gün azalmaktadır. Giyimden, gıdaya kadar tüm sektörlerdeki ürünlere gelen fahiş zamların üstüne, imalat sektörünü doğrudan ilgilendiren elektrik doğalgaz ve akaryakıta gelen yüksek zamlar domino etkisiyle tüm sektörlere yeniden zam olarak yansımaktadır. Vatandaşın alım gücü düşüktü, son gelen zamlarla iyice düşmüş vaziyettedir. Ekonomi elektriğe, doğalgaza ve telefona zam yapmakla düzelmez. Ekonomi planlama ve üretimle düzelir.

Ekonomi’de yaşanan kötü gidişat planlamayla çözülür.

Sanayi Bakanlığı, Gümrük Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Ticaret Ataşeleri, Odalar ve OSB yönetimleri gibi kurum ve kuruluşlarımız ortak bir akılla koordinasyon içinde hareket etmelidir. Bu kurum ve kuruluşlarımız teknolojinin imkânlarından da yararlanarak ülkemizde üretilen ve ithal edilen üretimde kullanılan ekip ve ekipmanların mahiyeti, kapasitesi nedir? Kullanıldığı sektörler ve şehirler ile sağlanan istihdamı tek tek çıkartmakla işe başlamalıdır. Öyle bir planlama yapılmalıdır ki A’dan Z’ye ülkeye, OSB’ye veya bir işletmeye ne giriyor, ne çıkıyor, nere gidiyor kalem kalem analiz edilmelidir.

Kıta ve ülkeler tek tek çalışılarak, ülkelerin ihtiyaçları tespit edilerek, ihtiyaçlara göre nitelikli ürünler üretilerek ihracat artırılmalıdır. Misyon temsilciliğimizin olduğu tüm ülkelerde görevli olan Ticaret Ataşelerimiz de “pazarlama elemanı” gibi çalışarak Türkiye’de üretilen ürünlerin pazarlanmasına nitelikli katkı sağlamalıdır. Ticaret hacmini artırmalıdır.

Kamuda bir takım kalemlerde tasarruf tedbirleri uygulanacağına dair Cumhurbaşkanlığı genelgesi yayınladı. Geçtiğimiz günlerde Ekonomi Koordinasyon Kurulu ve Fiyat İstikrarı Komitesi kuruldu. Gelişmeler ekonomiye yönelik çalışmaların önümüzdeki günlerde daha da ağırlık kazanacağını göstermektedir.

Bir ülkede iyi yönetimin temel bileşeni ve kamu yönetiminin kalite göstergesi şeffaflık ve denetlenebilirliktir. Kurumların iş ve işlemlerinde şeffaf ve denetlenebilir olmaları vatandaşın kamu politikalarına ve devlete olan güvenini artıracağı gibi, kamu hizmetinde çalışan kişilerin sorumluluk bilincini güçlendirici etkiye sahiptir. Bu manada ülke genelinde yapılan tüm ihalelerin de şeffaf bir şekilde yayınlanması ve denetime açık olması isabetli olacaktır.

Ekonomide güven esastır.

Devlet ve toplum ilişkisini, adalet ve güven kavramı ve düşüncesi üzerinden kurgulamak gerekir. Çünkü devletin güç ve imkânlarını kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan, devlet imkânları ile haksız zenginleşen “seçkinci kesim” açık ve net olarak görülmektedir.

Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. Devlet maişet kapısı değildir, devlet halka hizmet kapısıdır. Devletin güç ve imkânları toplum menfaatleri için kullanıldığında kıymetli olur. İslam’dan bahsedip götüren, Atatürk’ten bahsedip götüren insanlarla bir yere varılmaz. Götürenler, ancak bu değerleri dejenere eder, toplumda güveni ve adalet duygusunu zedeler.

İsrafla, lüksle, şatafatla halkın güveni kazanılmaz. Sırça saraylarında yaşayanlar halkın içine girer, vatandaşın durumunu tespit ederse sorunlara çözüm üretilir. Yoksa oturduğun yerden çözüm üretilemez.

Bu sebeple çözüm basittir. Toplumun adalet ve güven duygusunu artırmak için, vatandaşın sorununa çözüm üretmeyen, bulunduğu makamı ve görevi kendi nam ve hesabına kullanan kişilere “bakan” dahi olsa kamu görevinden el çektirilmelidir. Devlet imkânları, nüfüzu ve haksız ihalelerle zengin olan “komisyoncu ve ihalecilerin” mal varlıklarına el konularak hazineye irad kaydedilmelidir.

Bu milletin çektiği yeter
Zengin iyice zengin, fakir iyice fakir olup gidiyor. Tüm kurum ve kuruluşlarıyla üretimden ihracatta kadar çiftçinin, sanayicinin, kısaca bu ülke için üreten kim varsa elinden tutun. Ürünlerini satmasına yardımcı olun, yalnız bırakmayın. Bürokratik engeller çıkartıp ”yüzdeyi” alıncaya kadar üreticiyi bekletmeyin, işlerini süratle bitirin, yalnız bırakmayın.

Üç kuruşluk adamlara milyonluk arabalarla fink attırmayın! Siyasetçinin, bakanın ya da kamu görevlisinin nüfuzunu kullanarak şirketlerine, yandaşlarına ihale aldırıp haksız zenginleşmelerine fırsat vermeyin.

Vatandaşa yukarıdan tasarruf et diye öğüt verenlerin, önce kendisi tasarruf yapsın. Atasözümüzde olduğu gibi “ele verir talkını, kendi yutar salkımı” misali olmasın.

Bu millet, bu memleket bizim olduğu kadar da sizinse, kim hata yapıyorsa “faturasını ödesin”. Millete, memlekete fatura ödetmesin. Milletin de memleketin de fatura kaldıracak gücü kalmadı.

Yabancı yatırımcı gelir mi?

Bir ülkeye yatırım yapmak isteyen girişimci; ülkenin “kredi notuna”, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne, “ülkenin faiz politikalarına” bakar. Yabancı yatırımcının gelmesi için tüm devletin uygulamalarının şeffaf olmasını, adaletin üstün tutulmasını önemser. Faizin hele hele yüksek faizin olduğu yerde, risksiz para kazanmak varken, külfetlere katlanarak kimse yatırım yapmaz. Adalet ve şeffaflığa önce milletin güveni sağlanırsa, yatırımcının da güveni sağlanır ülkemize o o zaman yatırımcı gelir.

Netice itibari ile ehliyet ve liyakate önem verilmez, “komisyoncuların” kamu kurumları ile ilişiği kesilmezse, güven tesis edilemez ve kötü gidişin önüne geçilemez.

Böyle giderse de nitelikli yatırımcı gelmez. Gelen yatırımcılarda büyük şirketlerimizi satın almak için gelir ve ülkem insanını çırak olarak çalıştırırlar.

Yazarın Diğer Yazıları