
Devlette, Millette Güven İster
Kerim Küçüksarı
Bir ekonomik sistemin sağlıklı işleyebilmesinde reel faktörler kadar, dışsal faktörler de önemlidir. Dışsal faktörlerin başında da, güven, sadakat, doğru söyleme, şeffaflık gibi değerler gelmektedir. Bugün toplumsal olarak yaşadığımız tüm aksaklıkların temelinde “doğruluk ve güven” eksikliği vardır.
Devleti, devletin kurumları, kurumları da bu kurumların başındaki yöneticiler temsil eder. Devletin ruhu yoktur, devlete ruh veren onu yöneten insanlardır. Bu nedenle devlet dediğimiz yapı aslında insandır. Devletin kurumlarının başındaki yöneticiler, devlete olan güvenin oluşmasında başat aktördür. Bu yöneticilerin tutum ve davranışları, kurumları yönetirken sahip olduğu şeffaflık politikası, hedef kitlesindeki insanlara davranışı ve onları ne sıklıkla bilgilendirdiği ve bilgi paylaşmadaki dürüstlüğü toplumun devlete olan güveninde önde gelen unsurlardır.
Kurumların başındaki yöneticilerin, çalışanlarına ve topluma karşı dürüst olması ve güven vermesi beklenir. Bu güven duygusu, ülkenin sahip olduğu ekonomik değerin yanında manevi bir değerdir ve ekonominin sağlıklı işlemesi için olmazsa olmazlardan biridir. Kurumların yöneticileri tüm eylemlerinde öncelikle doğru ve dürüst olmalıdır. Kurumların kullandığı kaynaklarda toplumun tüm üyelerinin hakkı vardır. Dolayısı ile bu kaynaklar israf edilemez, bir zümrenin veya bir grubun çıkarına kullanılamaz. Topluma sunulan tüm hizmetlere, toplumun tüm kesimlerinin eşit ve adil olarak, kolay ulaşımı sağlanmalıdır. Yöneticiler özü ve sözü doğru olmalı, kullanmış oldukları kamu kaynaklarını gizli kapaklı kullanmamalıdır. Kamunun yaptıracağı tüm iş ve işlemlere yeterliliği olan kesimler davet edilebilmelidir. Devletin kurumlarındaki tüm iş ve işlemler, şeffaf bir şekilde vatandaşın bilgisine dürüstçe sunmalıdır.
Bugün yaşadığımız ekonomik krizden çıkabilmek veya enflasyonla mücadelede başarılı olmak için, maddi sermayeye ihtiyacımız olduğu kadar, soysal sermayeye de ihtiyacımız vardır. Ekonomik sermaye ne kadar büyük olursa olsun sosyal sermaye olmadan ekonomik sermayenin ayakta kalması mümkün değildir. Bu sebeple doğruluk, güven ve şeffaflığın toplumun tüm katmanlarına yayılması bir zorunluluktur.
Devlet güven sağlarken Millet yan gelip yatacak mı?
Elbette ki hayır. Devlet kendi işleyiş sahasından sorumludur. Milleti oluşturan bireyler de kendi davranışlarından, toplumla olan ilişkilerinden sorumludur. İnsanların, ekonomik hareketlerinde karşılıklı zarar görmemesi gerekir. Toplumu oluşturan bireylerin sadece kan bağıyla bağlı olduğu veya kendilerine benzeyen kimselere güvenmiş olması yetmez, yabancılara da güvenmesi gerekir. Şayet bu güveni sağlayabilirsek sosyal sermayemizin gücünden bahsedebiliriz.
Üzülerek ifade etmek gerekirse ülkem insanının bu anlamda sosyal sermayesi çok ama çok zayıftır.
Şu kıssa tam olarak bizim toplumumuzu ifade etmesi bakımından önem verdiğim bir kıssadır.
Bir gün iki adam Hz. Ali (ra) gelirler. “Ey Ali senin döneminde anarşi ve kargaşa iyice arttı. İnsanlar arasında güven kayboluyor. Ebubekir ve Ömer döneminde bu olaylar olmuyordu.” Diyerek Hz. Ali (ra)’nin yönetim şeklinden rahatsız olduklarını söylerler.
Hz. Ali bu adamlara dönerek asırlar ötesine de seslendiği şu veciz sözleri; “Ebubekir ve Ömer döneminin halkı bizdik, bizim halkımızda sizsiniz”
Buradan anlaşılacağı üzere vatandaş dürüst olmadığı müddetçe, toplum dürüst olamaz. Toplum dürüst olmazsa da devletin yöneticileri dürüst olmaz. Dürüstlük elden gidince de kimse iflah olmaz. Bu durum birbirlerine zincirleme reaksiyonla bağlıdır.
Vatandaş, devlete müracat ediyor, üretim yapacağı işletme için kredi alıyor. Göstermelik bir şeyler yapıyor ve o krediyi geri ödememek için türlü “taklalar” atıyor. Olmaz, olmaz! arkadaşım önce birey olarak kendin dürüst olacaksın. Üzerine düşen sorumluluğu bi hakkın yerine getireceksin. Sonra başkasından bir şey isteyeceksin. Kuru buğdayı kesenin üstüne, nemli buğdayı kesenin alt tarafına koymayacaksın! Güçlü bir toplum olmak için ekonominin çok iyi olması yetmez, ekonomi kadar önemli olan doğruluk ve güvenin de olması gerekir.
Aldığın krediyi ödememek için şirketi batırmakla, tarlayı ekmeden, sütü sağmadan destek almakla bu ülke büyümez. Bu ülke güvenle, doğrulukla üreterek büyür.
Bu memlekette muhalefet olmak kadar güzeli yoktur.
Bugün yaşadığımız sorunlarda ve toplumun yaşadığı güven erozyonunda muhalefet partilerinin de payı büyüktür. Her şeyden önce doğruya doğru yanlışa yanlış demeyi öğrenmesi gerekir. Politika “yalan” değildir. İyilik, mecbur kaldığında gösterilen bir davranışın adı değildir. İyilik, kötülük yapma imkânı elinde olduğu halde iyilik yapmayı tercih etme erdeminin adıdır. Ülke ve millet meselelerinde iyiliği tercih etmek gerekir. Bu sebeple muhalefet partilerinin doğru politikalar üretmesi ve iktidar yanlış yaparsa bu yanlıştan iktidarı vazgeçirmesi gerekir. Lakin vatandaş olarak görüyoruz ki muhalefet partileri, doğru politika üretmeyle aralarına ciddi mesafe koymuş görünüyor. Doğru politikalar üretilmeyince, topluma da güven verilemiyor. Ülkeye verebileceği bir şeyi olmayanlar için, bugün seçim olsa ne yazar ki yine değişen bir şey olmadıktan sonra… Doğruluğun olmadığı her yerde de maalesef güven olmuyor.
Doğruluk ve güven hayatımızın her safhasında gereklidir.
Aile de güven, evlilik müessesesinin huzurlu bir yuva olmasını sağlar,
Okulda güven, muallim ile öğrenci arasında saygı ve sevginin artmasına, topluma katılacak bireylerin sağlıklı zihin yapılarında sahip olmasını sağlar,
İşçi ve işveren arasındaki güven, kaynakların etkin kullanımını ve maliyet kontrolünü sağlar,
Esnafa, sanayiciye güven, nitelikli ürün ve hizmet üretimini sağlar,
Ticaret adamına güven, elindeki markaların büyümesini sağlar,
Devlet adamlarına ve devlete güven, toplumun huzurlu olmasını, refahın artmasını ve milletin diğer milletler arasında yükselmesini sağlar.
Demek ki neymiş! Saniyesine bile hükmedemediğin şu fani dünyada Emrolunduğun gibi, dos doğru olmak” gerekiyormuş. “Emrolunduğun işi dosdoğru yapmak” gerekiyormuş.