İNSAN NE İÇİN İNANIR?
Huriye Gürbüz Türkoğlu
İnsan, yaşamında karşılaştığı birtakım güçlükler, sarsıntılı dönemler ve başa çıkması zor olaylar nedeniyle ümitsizliğe kapılmaya müsait bir varlıktır. Çünkü o, hayatının bazı evrelerinde başına gelen birtakım fiziksel, psikolojik veya ruhsal problemler neticesinde yaşama sevincini tamamıyla yitirebilen, çevresindeki bütün olgulara olumsuz ve sorgulayıcı bir tavırla bakmayı yeğleyen, benliğine olan özgüvenini yitiren, yeniden toparlanma gücünü kendisinde bulamayan ve yaşamla olan bağlarını koparıp hayata küserek dış dünyadan soyutlanan bir varlık haline gelebilmektedir. Dolayısıyla insanoğlu fıtraten, umutsuzluğa kapılmaya meyilli ve müpteladır.
Bu yönüyle insanda yaratılışı itibariyle, insanüstü yüce ve kutsal bir varlığa inanma, güvenme, sığınma ve istekleri için ona dua etme (yardım isteme) ihtiyacı daima var olmuştur. İnsanı bu şekilde “kutsal” ile ilişkiye yönelten, “aşkın, yüce bir varlığa” ihtiyaç duymaya sevk eden diğer bir unsur ise; onun, yaratılış ve varoluş nedenini merak eden, hayatın amacını mütemadiyen sorgulayan ve hayatı boyunca daima anlam arayışı içinde bulunan bir canlı olmasıdır.
Din ise varoluşun tümü hakkında insana bilgi verir. Çünkü din, hayatın tabii bir parçasıdır. Nitekim din, insan için gönderilmiş, insana gönderilmiştir. Dinin insana gönderildiği ve insan için “hayat” anlamına geldiği dikkate alındığında ise onun, insanın yaşamında var olan diğer psikolojik, ruhsal, manevi, sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi tüm alanlarla birebir ilgilenen ve her biriyle ayrı ayrı ilintilendirilebilen bir olgu olduğu da inkâr edilemez bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsan hayatında bütün bu alanlarla ilişkilendirilebilen din, aynı zamanda insandaki aidiyet duygusu, dini tecrübe arzusu, kimlik arayışı, güvenlik ihtiyacı, kendini değerli kılma arzusu, mutluluk arayışı, inanma arzusu ve rehberlik arayışı gibi ihtiyaç ve isteklere cevap verebilen bir konumda olduğu için de insanın yaşamında daima bir anlam ve öneme haiz olmuştur.
İnsanda bulunan bu dinsel istekler ve anlam bulma ihtiyacı etkisini, ilk insanda olduğu kadar günümüz modern insanında da güçlü bir şekilde hissettirmeye devam etmektedir. Zira günümüz modern insanı, hızla gelişen teknoloji ve sürekli farklılaşan ihtiyaçları nedeniyle büyük oranda doyumsuzluk, yetersizlik, umutsuzluk ve güvensizlik duygularına kendisini teslim etmiş durumdadır.
Öte yandan günümüz toplumu, bütün kolay ulaşılabilir imkânlarına ve artan yaşam refahına rağmen büyük bir buhran, ruhsal bir tükenmişlik ve manevi bir sıkışmışlık içinde yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Maneviyattan uzaklaşmanın getirdiği yabancılaşma ve anlamsızlık duyguları ise varoluşsal boşluk ve manevi krizler şeklinde kendisini dışa vurmaktadır. İşte bu noktada maneviyat arayışı, ruhsal tükenmişlik ve anlamsal boşluk içindeki birey için vazgeçilmez bir önem kazanmaktadır. Nitekim maneviyatın, olumlu bir dünya görüşü gerçekleştirmek, zor yaşam olaylarını anlamlandırmak ve hayatta anlam ve amaç duygusu edinmek için insanlara yardımcı olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir.
Bu itibarla, “inanç” üst kimliğiyle ‘din’ ve ‘maneviyat’ kavramlarının barındırdığı manaların insanı inanmaya teşvik ettiğini söyleyebiliriz.