
SUSANLARA, SUSMAYANLARA…
Hakkı Balcı
Susmak; vukuu bulan bir vahametin alevine su olabilmek midir, yoksa körük mü?
Susmak; Sözlerin kifayet etmeyeceğine kani bir çaresizin edep etme kavramı mıdır yoksa bir haksızlığın karşında kişisel çıkarlar adına susarak bencilliğini gizleyenlerin kamufle aracı mıdır?
Hakikaten; hep konuşanlarda mı, konuştuklarını iyi ya da kötü eyleme döken aşikârlarda mı kabahat…
Bireyler arası ve toplumsal ilişkilerin hangi aralığında susmalı insan? Gerçekten söz; hep gümüş, sükût; her zaman altın mıdır?
Eğer öyleyse; “Dünya yansa umurumda değil…” diyerek, yanan dünyalara kombine seyir bileti alan kurnazların, aymazların, egoistlerin ve puslu havayı kollayıp on ikiden vurmayı hedefleyenlerin sükûtları altın, kendileri altın suyuna batırılmış toplumsal huzur abideleri midir?
Hakikaten ne dediğini bilmeyen, sinkafsız kelam etmeyen, ağzı ile sakız çiğneyip poposu ile sakız patlatan söz katillerinde mi bütün edepsizlikler?
Ya da tam tersi; sözün manasını ve kendini düşürmeyen, bireysel ve toplumsal yaralara merhem olmaya aday nitelikli bireylerde, seçilmişte, atanmışta göz önünde bulunan, Allah korkusu taşıyan sorumluluk sahibi konuşanlarda mı hep kabahat?
Allah aşkına susanların hiç mi kabahati yok?
Bu maslahatçıların, zaman zemine göre renk değiştiren lâl’lerin, sağırların; konuşan, üreten bireyleri susarak sömüren, asalet pozu vererek samanın altından su yürüten, haksızlık karşısında susan şeytanların hiç mi suçu yok?
Konuşan ama insan ve toplum yararına fayda sağlama gayretinden kopmayan birey, aile, kurum ve camialar ile edebinden, adabından susan zekiler, iyi insanlar ne zaman çoğalıp bir araya gelecekler?
Ve her kelama bela, nefret, haset, enaniyet, bencillik yükleyen ötekileştiriciler ne zaman hakkın, hukukun, adaletin hâkim olduğu zamana mağlup olup güç zafiyeti yaşayacaklar?
‘Sükût ikrardan gelir…’ sözü artık; asillerden ve asıllardan daha çok; anlamı itibari ile kendisine yada toplumsal değerlere yöneltilen ithamlara sözlü olarak karşılık vermeyen duyan sağırların, gören körlerin, maslahatçıların, faydacıların kullandığı argüman haline geldi…
Halbuki!
Sükût; kırılan kalplerin, dosta küsen gönüllerin, sevgiliye sitem edenlerin limanı değil miydi düne kadar?
Issız bir ırmak kenarında suyun serenatına sessizce eşlik etmek, susarak konuşmak…
Derinimizdeki çıkmazları kısa süreliğine bile olsa küçücük dalgaların aidiyet makamına teslim etmek…
Halbuki!
Sükût; Uçsuz bucaksız bir denizin muhteşem mavisini hayali kulaçlarla kucaklamak…
Tebessümlerimize ket vuran neden, niçin sorularına içimizde ki okyanusta susarak cevaplar aramak…
Kargaşanın tam ortasında huzur, fitnenin, fesadın kol gezdiği kalabalıklarda lâl olmak, asil kalmak…
Dokunmak, hissetmek, duymak, görmek, sevmek, kendinle yüzleşmek, şükretmek, dua etmek, tefekkür etmek…
Halbuki!
Sükût; Budanmış yorgun harflerin, içi boşaltılmış kavramların, Sıradanlaştırılmış haslet yüklü sözlerin, cümlelere dönüşmesini engellemek ve incecik kalplerin kırılmasından korkmak…
Kibre, kibriyaya, kötüye, kötülüğe mukabele etmek…
Sustukça kaybetmek, kaybettikçe susmak, sustukça kazanmak, kazandıkça susmaktır susabilmek…
Halbuki!
Sükût; çoğu zaman hakikatin sesi…
Her halimizle Hak’ka teslimiyetin, ‘O’na boyun bükmenin sessizliği değil miydi susmak?
Daha dün; Sükûtun aslında susmak, sessizliğe bürünmek değil iç sesin haksızlıklara en yüksek seda ile haykırdığını bilerek lâl olmak değil miydi susmak?
Hülasası;
İnsanın en etkili, en sessiz yaşam koçudur susmak… Çok dinleyip elzem sözleri ağır azam sarf etmek, az konuşmaktır konuşmak….
GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ
“Eğer susarsan, konuşman daha aydınlık olur. Çünkü sükûtta, hem sessizliğin ışığı, hem de konuşmanın faydası gizlidir.” Şemsi Tebriz-i