
İNEK MAHALLEYE GİRECEK GİRMESİNE AMMAA… AH ŞU MAHALLENİN..!
Hakkı Balcı
Herkesin kendisini güven içinde hissedeceği dost bir çevresi vardır… Dost çevrenin dışında, birlikte yaşama çaresizliğine mahkûm olduğumuz; tedirgin eden, güvensizlik veren, dost olmayan hatta düşman çevrelerin varlığı da bir gerçek…
Faydacı maksatlarla bir araya gelen; kişiliksiz, niteliği olmayan, yalan, riya üzerine kurulu ve kahir ekseriyeti oluşturan bu güruh; toplumsal güvensizliğimizin de temel faktörüdür…
Hal böyle olunca; bireyler, halk katmanları, resmi daireler, sivil toplum kuruluşları arasında normal münasebeti yakalamak pek mümkün olmuyor… Toplumsal bir sarsıntı yaşıyoruz… Herkes herkesten korkuyor, kimse kimseye güvenmiyor… Herkes her şeyi biliyor, herkes bildiğini çıkarına kullanıyor… Ya susuyor, ya çok konuşuyor… Sonuç; kolayca yaşamak varken dünyayı kendimize, kendi ellerimizle zehir ediyoruz…
Eskiden sülale, köy, mahalle ve şehirlerde böylesi kaos ortamlarına rızaen müdahil olan, çözüm üreten kanaat önderleri olurdu… Vuku bulan hadiselerde müracaat edilen, güvenilen, çözüm adresleriydiler… Şimdilerde yoklar… Çanakkale’de kaldılar desem haksızlık olur zira yakın tarihe kadar varlardı… Birden yok oldular…
Var olmasına varlar… İnek mahalleye girecek girmesine ammaa… Ah şu mahallenin piçleri olmasa…
Herkes kanaat önderi, herkes başbakan, herkes cumhurbaşkanı, herkes bilim adamı, herkes edebiyatçı, herkes ekonomist, herkes her şey olunca onlarda çareyi tecride varan suskunlukta buluyorlar... Konuşanlarsa; çoğunluk itibari ile göbekten sekülerist, popülist faydacılar… Televizyonlarda boy boylar… Sürüsüne bereket…
Ahlak, aile, hoşgörü, dürüstlük, saygı, güven, arkadaşlık, adalet ve merhamet gibi bireysel değerlerin, toplumsal örgütler ve kanaat önderleri sayesinde geriye dönüşümü artık mümkün değil gibi… Aynı bireyin çıkarı doğrultusunda farklı mecralarda farklı ahlak ve davranışlar sergilemesini kanıksadık artık… Gülüp geçiyoruz… Tepkisiziz…
Geçtiğimiz gün Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek’in de bulunduğu, çok önemsediğim Seyyid Harun Camii düzenleme çalışmalarında yıkılacak olan ucube binaya ilk darbe vurulduğunda oradaydım…
İnşa edildiği günleri de hatırlıyorum… Seyyid Harun Camiinin önünün, o ucube bina ile kapatılması, o günlerde kimsenin umurunda değildi… Olsa ve toplumsal bir reaksiyon gösterilseydi zaten yapılamazdı… Çarşı esnafının birçoğu iş hanı hüviyetli bu binanın yapılması için o gün ısrarcıydı…
Öyle ya; çarşı ekonomik canlılık kazanacaktı… O gün yapılsın diyenler ise; bugün ya sessiz, ya da yıkılması yönünde ateşli taraftar… Midem bulandı… Programa çarşı esnafının iştirak etmemesi, kayıtsız kalışı ise; ayrı bir muamma…
Bu ahval ve bireylerin iki tarih arasındaki davranış farklılığı bende toplumsal sarsıntının, her alanda ne kadar etkili olduğu çağrışımı yaptı…
Eskinin kanaat önderleri olsa ahlaki otokontrolün yanı sıra böylesi fiziki, dünyevi beklentilere de karşı duruş sergilerlerdi zira onlara göre; her şey para değildi, makam değildi ve ati korkusu yoktu diye düşündüm… Ama maalesef yoklar…
Peki, kanaat önderlerimiz yoksa toplumu yöneten kurumlar ve yöneticiler; makam, mevki ve gelecek korkusuna dayalı sebeplerden ötürü doğru iradeyi koyamıyorlarsa; birey olarak ne yapmalıyız? Kim olmalıyız?
Her geçen gün artan ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’, ‘bal tutan parmağını yalar’ anlayışının, eylemsizliğin, ürkekliğin, başkalarını istismarın ve sağırlaşmış kulakların azınlık haline gelmesini nasıl sağlarız? Birey olarak toplumsal barışa, huzura, karşılıklı güvenin yeniden tesisine nasıl katkıda bulunabiliriz?
Sistemin kanıksattırdığı, aidiyet ve bencillik duygusu ile hortlayan çekişmeler, didişmeler her geçen gün, herkes tarafından körüklenen düşmanlıklar, ayrışmalar, çözülmeler ve güvensizlikleri birey olarak nasıl bertaraf edebiliriz?
Madem kanaat önderlerimiz yok ve bu bedbin tablonun sponsoru madem sistemin güçlüleriyse ve toplumsal bir refleks gösteremiyorsak birey olarak hangi rolü üstlenmeliyiz?
Her alanda ‘atanmışlık’, ‘seçilmişlik’ ve ‘üstünlük duygusu’ ile imtiyazları paylaşanları, kendini devletin ve diğer imtiyaz alanlarının sahibi zannedenleri belki uzun bir zaman alır ama bertaraf etmenin tek yolu bana göre; ‘Ben yapmasam başkaları yapıyor’ mantığını acilen terk etmemizden geçiyor…
Bir başkasının yanlışı, kötülüğü, istismarı, bencilliği, pragmatik karakteri benim kötülüğümü meşru hale getiremez…
Hülasası;
Bu bedbin tablonun yok oluşu; her vatandaşın kendisinin bir değer olduğunun farkına varması, aidiyet duygusundan, taassuptan uzaklaşması, üretmesi, merhametli, dürüst, ahlaklı ve eylemci olmasından geçer…
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun söylediği gibi; ‘Bir saniyesine bile hâkim olamadığımız hükmedemediğimiz bir hayat için, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yok…’
Bu ömür bitecek ve öyle bitecek ki! Bir daha geriye dönüşümüz asla olmayacak…
GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ
‘Ülkesini yaşanmaz sananlar, ülkesini yaşanmaz kılanlardır…’ Cemil Meriç…