Faruk Gökbulut (Kul Kozâkî)

Şâir oldum ben!

Faruk Gökbulut (Kul Kozâkî)

"Nasihatler aldım "Sözün Pîri'nden";
Erkânına uyup, şâir oldum ben!
Uzaklaşıp dünyâ pası, kirinden;
Şu gönlümü yuyup, şâir oldum ben!.."

Sözün Pîri kim? diye soracak olursanız, derhâl söyleyeyim size. O, Bekir Sıtkı Erdoğan. Hayatını nazmın gereği olarak büyük bir nizam ve intizam içinde tertip etmiş aruzun büyük ve ulu çınarı. Öylesine büyük bir manevî derinliğe sahip idi ki, O'nun meşk halkasına giren herkes büyülendiğini hissederdi kanaatindeyim. Bakınız; "Bin İkinci Gece" şiirinde bunu şu şekilde ifade buyurmuş kendisi...

"Ben sarhoş değilim! Yol, sokak sarhoş;
Hancıyı kaybettim, hanı kaybettim!
Ömrü sayfa sayfa okuduğum boş;
Sonundaki imtihanı kaybettim!.."

Ben de böyle ulu bir şâirden nasihatler alarak şiirin ve bu vesileyle hayatın erkânına uyup, dünyânın bütün kirinden ve pasından arınarak şâir oldum. "Şâir oldum!" diyorum. Çünkü 1987'de başlayan edebî serüvenim 2024 itibariyle otuz yedi seneyi buldu. Bir çok şâiri okudum ve nicesinden dersler aldım ve bugün "Kul Kozâkî" mahlası oluşmuş bir halk şâiri ve aruzun bütün inceliklerine hakim bir şâirim diyebiliyorum. 

"Sözlerimle aydınlattım geceyi;
Tattım sevdâ denen o bilmeceyi!
Usûlünce denkleştirip heceyi;
Birer birer sayıp şâir oldum ben!"

Bu dörtlükte anlattığım husus gâyet açık. Şâirler gece kuşu gibidir; uykuya küstür. Öyle olunca, yıldızlara nispet eden kelimeler onların gönül semâlarını bezeyen süstür. Gece yarısı sevdâlarını en güzel kelimelerle terennüm ederler ve hecenin usûlüne uygun kelimeleri denklerler ve o karanlık geceyi ışıkları ile renklerler... 

"Hece dedim, aruz dedim adına;
Her mısrası benzer zarif kadına!
Eriştim Türkçem'in eşsiz tadına;
Sofrasında doyup, şâir oldum ben!"

Şiir; endâmı, boyu - posu, cilvesi, nazı dillere destan bir kadın gibidir. Şiirin her mısrası o kadının bir başka zerâfetini aksettirir gönüllere. Bunun ötesinde mâzisi bin yıllara dayanan köklü çınar Türkçemiz'in eşsiz tadına varılır bu kutlu edebiyat sofrasında. 

"Al karanfilleri dizdim şişeye;
Şiirle gark oldum hergün neş'eye!
Eşsiz güzelliği tâ başköşeye;
Ellerimle koyup, şâir oldum ben!"

Karanfil... Her ne kadar bu ölümlü dünyâdan göçüp giden dostların ardından yazılmış bir mektup gibi tabutun üstüne konulsa da; aslına bakılacak olursa, umudun ve insanlığın göreceği güzelliğin en yakın habercisidir. 

Bir de, sanat târihi bizim gibi bin yıllara dayanan "Çin Karanfili" vardır. Küçücük çiçekleri ile misk ü amber kokulu olan. O türün bizdeki adı ise çok mânidardır: "Hüsnü Yûsuf"... Bu isimlendirme Yûsuf Aleyhisselâm'ın güzelliğine atfen yapılmış muhteşem bir benzetmedir. Ben de tüm bu ayrıntılara binâen al karanfili koyup şişeye salıverdim gönlümü neş'eye... 

"Sildim lügatımdan aşkın yasını;
Çok defâ kuşandım sevdâ süsünü!
Âşıklar sazından yâr türküsünü;
Binlerce kez duyup, şâir oldum ben!"

Sildim artık aşkın cümle yasını; sevdâ şarabıyla doldurdum gönül tasını... Âşık'ın sazından sevgiliye ait türküleri terennüm edip gönlümü sevdânın serin sularında guslederek şâirliğimi ilan ettim bu dörtlükte. 

"Kimi gün bulandım, kimi duruldum;
Güzellerin cânevine kuruldum!
Ben bu yurda tâ ezelden vuruldum;
Vatan vatan deyip şâir oldum ben!.."

Asker bir şâir olarak vatan mevzusunu şiirimde barındırmaz isem ayıplanırım hissiyâtı ile son kıt'ayı da bu şekilde nakışladım efendim!

Dostlara sefâ, gönüllere şifâ ola... Sürçü lisan ettiysek de affola!..

10 Nisan 2023 / Saat: 23.02 / Mersin

Yazarın Diğer Yazıları