Faruk Gökbulut (Kul Kozâkî)

ONUN GİDİŞİYLE 'GÜLME NADASINA BIRAKILDI YÜZLERİMİZ!'

Faruk Gökbulut (Kul Kozâkî)

Kıymetli okurlarım! 03 Temmuz 2000 itibârıyla aramızdan ayrılan Yeşilçam'ın gelmiş geçmiş en müstesnâ sanatçısı Kemâl Sunal'ın vefâtının yirmi dördüncü sene-i devriyesi ve aziz hâtırası adına kaleme aldığım yazımı sizlere arz ediyorum. 

Kemâl Sunal !!! İki sevimli kelime… Ama bugün itibârıyla telaffuzu zor geliyor dilime.. Neden mi? Kalemim titriyor, kelimelerimin hıçkırıkları boğazımda düğümleniyor. O mütebessim sîmasıyla akıllarımızda yer eden, bilmem kaç nesle gülmeyi öğreten adamın aramızdan ayrılışının 24'üncü sene-i devriyesindeyiz. Sizleri bilmem ama onun gidişiyle sanki benim de gülüşlerim uçtu gitti… Ne zaman ki onun rol aldığı bir Yeşilçam Klasiği seyretmeye başlasam o masum, sâfî, berrak gülüşlerim hiç farkında olmadan bir maske gibi yüzüme yapışıveriyor. Onu seyrederken yüreğim gülüyor!.. Bu içten ve samîmî gülüşlerim hâne halkıma da yansıdığı için eşim ve özellikle kızım Berrak: ” Baba ne kadar güzel gülüyorsun!” diyorlar. Yani onunla gülüşlerimiz bile güzelleşiyor, vesselâm!

Onu yıllar yılı seyrettik. Acaba bu seyirde neler kazandık ya da neler kaybettik?.. Bunlara geçmeden evvel bu gülen, gülüşüyle de güldüren adamı ne kadar tanıyoruz isterseniz bunu bir test edelim! Hayır, hayır... Böyle bir teste hiç girmeyelim. Eğer testi geçemezsek bizler için büyük bir mahcubiyet sebebi olur sanırım.

Kemal Sunal;

11 Kasım 1944, hayata gözlerini açtı. Belki fakirdi, belki de bir dilim ekmeğe muhtaçtı; Malatyalı baba Mustafa Sunal. İşçi bir baba ve ev hanımı Saime Sunal’ın üç erkek çocuğunun en büyüğü olarak İstanbul’un Küçükpazar semtinde doğdu. Çocukluğunda çok yaramaz ve haylazdı; ama kader ona mutlu bir çocukluk yazdı. Kemal Sunal, İstanbul’da doğmuş ve yetişmiş olmanın avantajlarını hayatı boyunca hep yaşayacaktı. Nihâyetinde tam bir sanat adamı olma rozetini yakasına taktı. Murat Sökmenoğlu’nun da ifade ettiği gibi Türk Sinemasının usta sıfatına lâyık oyuncularının en başında geldi sanatçı. Kendinden küçük Cemal ve Cengiz isimli iki kardeşi olan Kemal Sunal’ı çok sevmeme rağmen şu yazım dolayısıyla henüz yeni tanımaya başladığımı itiraf etmek zorundayım. 

Tiyatrocu ve kelimenin tam mânâsıyla sanatçı olan büyük usta, sanat hayatı boyunca 82 filmde rol aldı. Bu filmler öyle filmler ki, sanki birer Hitit Kitabesi ya da asırlık eserler gibi belleklerimizde kazılı kaldı. Film karelerinin her birini ve repliklerini öylesine ezberledik ki, daha o kare gelmeden, tekrar edip erken bir gülüş ile keyfini yaşadık sayısız kere izlediğimiz Kemal Sunal filmlerinin…

Öğrenim hayatına Mimar Sinan İlkokulu’nda başlayan sanatçı İstanbul Vefa Lisesi’nden mezun olmuştu. Kemal Sunal ve Uğur Dündar gibi tanınmış isimleri mezun eden okul, ismiyle mütenâsip karakterler yetiştirdiğini Kemal Sunal’ın askerlik hizmeti sonrası amatör olarak, mezun olduğu bu okuldaki ilk tiyatro oyunu “Zoraki Tabip” ile göstermiştir. Yüksek öğrenimine Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde devam eden Sunal’ın hayatı, Vefa Lisesi’ndeki felsefe öğretmeni Belkıs Balkar’ın sanatçıdaki farklılığı fark etmesi ve onu Müşfik Kenter ile tanıştırmasıyla bambaşka bir boyut kazanmıştı. Hocasının bu ilgi ve alâkası sebebiyle Sunal kendisini hayatı boyunca hep hayırla anmıştı. Baba Mustafa Sunal oğlunun tiyatro ile uğraşmasını başlarda kabul etmemiş; fakat Belkıs Balkar’ın ısrarlarına dayanamayıp sonunda o da iknâ olmuş ve böylece Kemal Sunal’ın sanat serüveni Kenterler Tiyatrosu’ndaki 1 yıllık çalışması ile başlamıştı. 
Daha sonra sırasıyla Ulvi Uraz Tiyatrosu, Ayfer Feray Tiyatrosu ve Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda görev aldı değerli sanatçı. Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda kendisini seyreden Ertem Eğilmez tarafından beğenilince, 1973 yılında yönetmenliğini Ertem Eğilmez’in yaptığı “Tatlı Dillim“ isimli sinema filmi ile uzun boyundan dolayı basketbolcu rolünde beyaz perdeye transfer oldu.

1976 yılında rol aldığı Kapıcılar Kralı filminde gösterdiği başarı ile 1977 Antalya Film Festivalinde Altın Portakal En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazanmıştı. Yeşilçam’ın aranan yüzü ve ünlü komedyenlerinden olmayı başaran Kemal Sunal, çevirdiği sinema filmlerinde kazandığı manevî hazzın yanında maddî olarak kazanç sağlamayı başaran nâdir sanatçılardan olmuştur. Bu durumu Hababam Sınıfı filmlerinin unutulmaz gülüşüyle belleklerde iz bırakan çocuğu Tuncay Akçay şöyle ifade eder: “ Yahu Kemal Abi, Varyemez senin gerçek hayatın gibi…’ Bundan dolayı biz ona kızıyorduk. İyi ki öyle davranmış… Şimdi ailesine bir gelecek bıraktı.” Geleceğe bıraktığı en güzel hediye, kızı Ezo Sunal ve oğlu Ali Sunal olduğu kanaatindeyim. Armut dibine düşer sözünün iyi bir örneği olan ve sanatçı bir babanın oğlu olma sorumluluğunu her zaman sergileyen Ali Sunal sâyesinde; "Hayata paldır küldür değil, GÜLDÜR GÜLDÜR bakıyoruz artık!.

12 Eylül 1980 ihtilâli sonrası öğrenimini yarım bırakmak zorunda kalan usta sanatçı, 1992 yılında çıkan öğrenci affından yararlanarak Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’ne 2’nci sınıftan devam edip 1995 yılında mezun oldu. Mezuniyet diplomasını Vefa Lisesi’nden okul arkadaşı olan Uğur Dündar’ın elinden alırken “ 4 yıllık maratonu ben 27 yılda ancak tamamlayabildim; zaten liseyi de 11 yılda bitirmiştim.” diyerek her zaman olduğu gibi yine insanları güldürmeyi başarmıştı. 

Aslına bakılırsa güldürürken bir şeyi daha öğretiyordu gençlere… Yaş 51 dahi olsa azim ve kararlılıkla aşılması güç gibi görünen dağların tümsek ya da yokuş hükmünü alabileceği gerçeği… Bununla da yetinmeyen Sunal, daha sonra Yüksek Lisans da yaparak başarısını pekiştirmiş ve bitirme tezi olarak “Televizyon ve Sinemada Kemal Sunal Güldürüsü“ konusunu işleyerek Türk Toplumu’nun sosyolojik incelemesini yapmış ve toplumsal birçok yaraya parmak basmıştı. Bu çalışması daha sonra ailesi tarafından 2005 yılında kitaplaştırılarak sevenlerinin istifâdesine sunulmuştur. O, Rutkay Aziz’in de ifade ettiği bir gerçeği topluma verme bahtiyarlığına ermiştir. O gerçek de şudur: “ Toplumların gülme hakkı vardır. Bu hakkı tam mânâsıyla topluma vermek Kemal Sunal’a nasip olmuştur.” 

Aslında o, güldürerek suç işletmeyi öğretmiştir bizlere… Hani Anadolu’nun pek çok yöresinde dede torununu severken, herkese de çok sempatik gelen; “Seni eşek sıpası” der ya… İşte Kemal Sunal filmlerinde bugün kesilen ya da bippp’lenen o meşhur “Eşşoğlueşşek” lafzını kullanıp arkasından, kendisine has o kocaman gülüşünü suratına konduruverir. Bugün gülme nadasına bırakılmış pek çok insanın yapamadığı şekilde… Ama bugün komedi adına sahnelenen pek çok tiyatro oyunu ya da sinema filminde bırakın o mûnis ve sevimli ifadeyi pek çok bel altı ifade hunharca saplanıyor saf ve temiz beyinlere. Ayıbın böylesi yeter bizlere!..

Kemâl Sunal, tıpkı kendisi gibi 1930'lu yıllardan 1960'lı yıllara kadar sayısız komedi filmi çeviren ünlü Fransız sinema sanatçısı Fernendal’e benzetilirdi. Sunal, özellikle yüzü ve fizikî yapısı ile Fernendal’e benzetilse de yaşayış biçimi ve hayatı boyunca sergilediği sanat performansları ile ne kadar bizden ve Türk Toplumu’nun sosyal hayatına tutulmuş bir ayna olduğunu hep gösterdi. O, sosyal çevrede her dâim karşımıza çıkan pek çok insan tipi için önümüze konmuş kocaman bir posterdi. 

Bir röportajında Sunal, yüzü için kendisine 'At Suratlı' gibi benzetmeler bile yapıldığını; ama en çok Zeki Müren'in kendisini 'Fernandel ile Jean Paul Belmondo Karışımı' diye tanımlamasının çok hoşuna gittiğini belirtmiştir.
Tekrar etmekte fayda mülahaza ettiğim cümleyi yeniden ifade ederek yazımı hitama erdireyim. Onun gidişiyle "Gülme nadasına bırakıldı yüzlerimiz..." 

27 Haziran 2024 / Saat: 14.20 / Mersin

Yazarın Diğer Yazıları