Selam sana şanlı yiğidim! Selam sana Mehmedim! Ben, yirmi üç yıllık askerlik hayatımdan sonra, tarihin seni o boğucu cenderesinde öğütmeye çalıştığı şu zorlu süreçte, sana güç vermek adına ne büyük bir ceddin ahfadı olduğunu hatırlatmak için bu satırları kaleme alıyorum. Yüreğimdeki en kutlu kelimelerle sesleniyorum sana…
“ Gabar benim, Cudi senin deyip, gez Mehmedim!
Vatanına göz dikeni, dipçiğinle ez Mehmedim!
Dostun kim, düşmanın kim, hele biraz sez Mehmedim!
Göğsünü gere gere, tarihini şerefinle yaz Mehmedim!..
Senden çıkar, evrensel barışa giden yol Mehmedim!
Vatan deyip, dört bir yana salmalısın kol Mehmedim!
Katıksızda olsa, ekmeğini aç olanla böl Mehmedim!
Allah deyip, Hakk uğruna, Bayrak uğruna öl Mehmedim!..” (*)
Ölünecekse Hakk uğruna, Bayrak uğruna ölünmeli. Tarihin tozlu sayfalarında gezindiğimizde, çok net bir şekilde şahit oluyoruz ki, yiğit anaların kahraman evlatlarına yataklık eden bu mübârek toprak parçası, eşine ender rastlanan olaylara tanıklık etmiştir. Tıpkı, kırk yılı aşkın bir zamandan beri süregelen kanlı terör olayları esnasında yaşananlar gibi.
Sevgili Mehmetçik! İstersen seninle, bin yıl önce, atalarının bu topraklara gelişinden başlayan kutlu yolculuğun serencâmını birlikte yaşayalım. Büyüüükk büyüüükkk dedelerimiz Tuğrul ve Çağrı Beyler… Ahlat’ın başında, onaltı yaşında bir Güneş gibi doğuvermişler bu vatan namzeti toprakların şafağında. Hem de bir tek dal kırmadan, bir tek kuşu incitmeden ya da bir tek ok atmadan. Neden mi? Çünkü, bu topraklar Türk’ün alın yazısı imiş… O büyük kumandanlar henüz yola çıkmadan, yollara düşmüştü onlarca Yûnus yürekli Horasan Erenleri ve sevgi tohumları ekmişti bu münbit topraklara. Sarı-Kırmızı-Yeşil renkli sancağı ile bir Güneş gibi doğduğunda, Selçuklu Ordusu Anadolu’nun ufkunda, tarih görüp göreceği en muhteşem serüvene gebe kalmıştı o gelişle. Bu arada, bir yanlışı düzeltmek adına, kulaklarını iyice aç ve beni dinle Mehmedim! Bugün birilerinin bayraklaştırmak adına sahip çıktığı o renkler, senin atalarının “Sancak Renkleri” idi. Neden Sarı-Kırmızı-Yeşil idi biliyor musun? Sen hiç yorulma; ben hemen anlatayım sana! Sarı; Güneş’i temsil eder. Tıpkı Anadolumuz’un ufkunda bir Güneş gibi doğan Türk’ün meş’âlesi gibi. Kırmızı; Vatandır. Hem de bir yürek gibi, sevgi ve şefkatle çarpan… Yeşil ise, özgürlüktür. Tıpkı bu toprakların en sarp, en kuytu, en erişilmez yerlerinde boy veren ağaçlar gibi. Biraz Âkifçe demek gerekirse, sen sahip çıkarsan bu renkler solmayacaktır. Tıpkı Türk’ün tarih boyu bir toy, bir bayram olarak kutlaya geldiği Nevruz Bayramı’nda açan sarı, kırmızı, yeşil renkli çiçekler gibi…
Evet, şimdi asıl mes’elemize gelelim Yiğidim! Bu mektubu sana neden yazıyorum? Son zamanlarda yaşanan, kahredici ve yüreklerimizi lime lime eden mel’ûn olaylar karşısında, sana moral vermek, yalnız olmadığını sana bir kez daha hissettirmek adına; Resmimiz ve cismimizle yanında olamasak da aynı yürekte çarpan eş duygular gibi bir olduğumuzu anlatabilmek için. Tabii ki, ifade etmeme bile gerek yok ama söylemeliyim ki, daima duâlarımızda varsın ve ihtişamınla yüreklerimizde dağlar kadarsın…
Biliyor musun Mehmedim? Tarih ne devletler gördü! Ahameniş, İskit-Saka, Sasani, Maya, Roma, Bizans, Moğol İmparatorlukları ve daha niceleri… Hepsi büyük bir azgınlıkla, insanlığın başına indiriyorlardı DEMİRDEN GÜLLE; fakat senin ceddin ise nasıl giriyordu bu topraklara? Kavgasız, gürültüsüz, savaşsız ve ELLERİNDE GÜL İLE!..
İşte sen busun Yiğidim! Sen, Şefkat Peygamberi’nin ocağında yüreği sevgi dolu bir nefersin. Sana neden Mehmetçik demiş bu millet? Hani, bazı kelimeler vardır, sevimli gelir bizlere. Meselâ minicik, küçücük, yavrucuk gibi… Sevimlilik katmak adına –cik, -cuk takısı kondururuz sonuna. İşte sen de bu milletin nezdinde o kadar sevimlisin ki, sana Mehmetçik demiş ve bağrına basmış.
Mehmedim, dün hâinlerle dağlarda çarpışıyordun; bugün ise şehirlerde. Hem de sinsice tuzaklanmış hendeklerin dibinde. Allah’tan dilerim ki, Cehennem çukurları olsun kazdıkları o hendekler. Çünkü o hendekler yüzünden yetim kaldı onlarca bebekler. Bunları söylerken asla seni ümitsizliğe düşürmek istemem. Ama yazdıklarımın tarihe kayıt düşmek adına yazıldığını bilmeni isterim. Bil ki, dün Gabar’da Cudi’de bugünse Nusaybin’de, Sur’da, İdil’de şânınla şerefinle görevdesin her yerde. Çünkü vatan düşünce derde, fırsat vermemek için namerde, sen kol geziyorsun her yerde…
Aklıma bir destanın minik bir hikâyesi geldi Yiğidim! Onu seninle paylaşmak istiyorum. İstanbul’da bir kültür-sanat toplantısında, konuk olarak katılan Türkülerin Efendisi Esat Kabaklı Ağabeyimin anlattığı tatlı bir olay; Bir gün kendisi bir tarihî belgesel seyrederken, Çanakkale’de şehit düşen bir askerin cebinden çıkan şu iki mısralık şiir ile sarsılır;
Nefer şehit, Ordu gazi olacak;
Allah bugün bizden razı olacak!
Bunun üzerine şöyle bir düşünür ve koskoca Çanakkale Destanı için kaç tane yazılmış şiirimiz ya da okunan türkümüz var der. Ve Mehmetçiğin bu mısralarını da içine alan bir şiir yazıp bestelemeye karar verir. Bu düşüncesini büyük Halk Ozanı, Ozan Arif’e anlatır. Olaydan çok etkilenen büyük usta Ozan Arif, Esat Kabaklı’ya şu teklifi yapar: Şiiri ben yazayım, besteyi ise sen yap. İşte bunun üzerine “ Çanakkale Bugün Toz İle Duman “ isimli şu şiir ve enfes bestesi ortaya çıkar;
Çanakkale bugün toz ile duman;
Düşmanda imkân var, Mehmet’te iman!
Dünyâ görsün El mi, Bey midir yaman!
Burada son söz Türk’ün sözü olacak;
Nefer şehit, Ordu gazi olacak!
Çanakkale şahit, düşmandan azdık;
Diş ile tırnakla, siperler kazdık.
Her siperde ayrı destanlar yazdık;
Hâlimiz şerefli mâzi olacak;
Nefer şehit, Ordu gazi olacak!
Boğaz’da cihana karşı durmuştuk,
Etten ve kemikten kilit vurmuştuk.
Zabiti, neferi karar vermiştik,
Vatan bugün bizden razı olacak;
Nefer şehit, Ordu gazi olacak!
Allah bugün bizden razı olacak;
Nefer şehit, Ordu gazi olacak!
Sevgili Mehmetçik, bunu sana neden anlattım? Sen, mazisi insanlık tarihi ile başlayan soylu ve asil bir neslin evladısın. Bunu hiç aklından çıkarma ve geçmişinle ve kendinle gurur duy. Nasıl ki dünyâ milletleri, dün, Klasik ve Konvansiyonel Savaş Tekniklerini senin tarihini okuyarak öğrendi; yarın da Gayri Nizami Harp ve Meskûn Mahâl Muharebelerini yine senin yazdığın tarihi okuyarak öğrenecek. Bu böyle biline! Sözlerime son verirken seni o pak alnından öpüyor ve üstlendiğin bu yüce görevde Cenab-ı Mevlâ’dan sana sonsuz başarılar diliyorum. Yolun ve bahtın açık, kılıcın keskin olsun Yiğidim! Ve benden sana bir şiirle vedâ!..
Hainlerin kudurduğu dünyâda,
Kahpeyi gözünden vurur Mehmetçik!
Vatan borcu namus borcu diyerek;
Ulu serhaddiyle, durur Mehmetçik!
Savaşan dünyâda tek hedef barış!
Edemez düşmanlar seninle yarış…
Çiğnetmez yurdunu, vermez bir karış;
Canı pahasına, korur Mehmetçik!
Dünyâ, bütün âlem hayrandır sana.
Şânın, asâletin bedel cihana…
Tektir; eşsiz, seni doğuran ana.
Çağlardır nesline, gurur Mehmetçik!
Her gece yıldızlar konarmış meğer…
Vurulup alnından toprağa değer.
Bu bayrak göklerden inerse eğer;
Düşer yaprak yaprak, kurur Mehmetçik!
(*) Kıymetli büyüğüm Serhat Kabaklı’nın “Biz o şiiri millet için yazdık!..” sözleri üzerine, rızası alınarak “Bil Oğlum!” isimli şiiri Mehmetçik için uyarlanmıştır.
(**) Hakkari’de şehit düşen 12 Yiğidin ardından 2016 yılında kaleme aldığım bu mektubu arşivimden çıkararak yayına sunuyorum.
26 ŞUBAT 2016
SAAT: 05.16
MERSİN