Faruk Gökbulut (Kul Kozâkî)

Hep Ayrıyız!..

Faruk Gökbulut (Kul Kozâkî)

Sohbet öylesine derin ve öylesine keyifli idi ki, can kulağıyla dinliyordu. Sabah kahvaltısında şiir konuşmanın tadı da bir başkaymış diye geçirdi içinden. Halil Ağabeyinin konudan konuya atlamasını çok da önemsemiyordu. Çünkü o güzel insan,  her konu hakkında ezberinden bir şiir kuşu havalanıyordu gönül semâlarına. O şiirler içinde Ahmet Zeki Akdağ'a ait bir şiir gönlünde fırtınalar koparmıştı. Halil Ağabeyinden şiiri tekrar etmesini istedi ve derhâl telefonunun not defterini açıp şiiri oraya kaydetti. Şiir şu idi:

"Birbirini kovalayan
Aylar gibi hep ayrıyız 
Birleşiyor görünsek de 
Raylar gibi hep ayrıyız"

Ayrılık denen ve ölümün acısını bile yenen bu kavram ancak bu kadar özgün ve derin bir şekilde anlatılabilirdi.

Uzunca yapılan sabah kahvaltısından sonra otelden çıkış yapılacak ve herkes memleketinin yolunu tutacaktı. 

Şiirin ilk heyecanı hâlâ tâzeliğini koruyordu. Otobüs terminaline vardığında kalkışa tam olarak üç saat vardı. Bir masaya oturup sıcak bir çay ısmarladı kendine. Şiirdeki kafiye tam olarak yerli yerindeydi ve kafiye örgüsünü yakalamıştı. Aylar gibi, faylar gibi, paylar gibi, taylar gibi, raylar gibi... şeklinde devam edecekti doğuma hazırlanan şiir.

Şiirde "Tay" mazmununu kullanmayı çok severdi. Çünkü gençliği, canlılığı, hırçınlığı ve zindeliği ifade eden bu kavram ile sevgiliyi anlatmak hoşuna gidiyordu. Bu sebeple de şiirlerinde uygun ânı yakaladığında kullanmaktan hiç geri durmuyordu. 

Çayından koca bir yudum aldıktan sonra ilk dörtlüğü yazmıştı bile;

Kâhi güldük kâhi üzgün 
Görüşmedik doğru düzgün 
Koşup duran dolu dizgin 
Taylar gibi hep ayrıyız

Gönül şelâlesi öylesine coşmuştu ki, durdurana aşk olsun. Dört bir koldan akıp gelen kelimeler bu şelâleye can veriyordu. Bu sefer de kırılmış bir "Fay"dan ötürü ayrılığı vurgulamak için o mazmunu kullanmıştı sıradaki dörtlükte.

Yangınını dışa vuran 
Sevdiğiyle hayâl kuran  
Birbirine kırgın duran 
Faylar gibi hep ayrıyız 

Tekrar bir yudum çay aldıktan sonra; elindeki çay fincanına bakıp kafiyenin parmaklarının ucunda olduğunu fark etti. "Çaylar gibi hep ayrıyız." Nasıl bir kavuştak kurabilirim diye düşündü ve öyle bir mısra olmalı ki ayrılığı çok güçlü bir şekilde ifade etsin dedi kendi kendine. Hem birlikte olmalıydı hem de ayrı kalmalıydı... Ve şu şekilde bağladı iki mısrayı;

Birbirini unutmayan 
Gecelerce uyutmayan 
Aynı yerde dem tutmayan
Çaylar gibi hep ayrıyız

Çayından yeni bir yudum alırken çayın sıcaklığı gibi şiirin sıcaklığı da içini ısıtmaya devam ediyordu. Yeni kafiye hemen gelivermişti aklına. "Yaylar gibi hep ayrıyız." Tamam, güzel; kafiye yay da, nasıl bir yay olmalı ki ayrılığı vurgulasın. Evet... Evet... Ancak düşman eline verilmiş bir yay ile anlatılabilirdi ayrılık. 

Kiriş elinde gerilmiş
Olur olmaz hep yerilmiş 
Düşman eline verilmiş  
Yaylar gibi hep ayrıyız 

Offff.... Offf... Çok deli bir kelime zihnine akın edip gelivermişti. Şâirler içmeden serhoş olur derim de bana inanmazlar. "Serhoş" dedim bilakis. Çünkü şiir kendini yazdırmaya başlayınca öylesine şâiri kendinden alacak kelimeler serde kendine yer eder ki; o ser, hoş olur kendinden geçer ve şâir de "Serhoş" oluverir. Bu sebeple şâirin aklına "Meyler gibi hep ayrıyız." mısrası düşüverdi. Alın size sarhoş edecek bir dörtlük.

Revâ mı bu ezâ cana 
Ben sana hasret sen bana 
İki kadehte yan yana 
Meyler gibi hep ayrıyız 

Şâire, zihnindeki kelime hazînesinin kapıları sonuna kadar açılmıştı. Ne de olsa Karaman'da idi. Karamanoğulları'nın büyük bir Türkmen boyu olması hasebiyle kafiye de ona yönelik olmalıydı. "Boylar gibi hep ayrıyız." 

Birlikteyken ihtişamlı 
Ayrılınca kaldık gamlı 
Sen Karaman ben Osmanlı 
Boylar gibi hep ayrıyız

"Boy" kelimesinden hemen sonra şâirin aklına "Koy" kelimesi düştü. "Koylar gibi hep ayrıyız!.." diyecekti demesine ama nasıl bir koy olmalıydı bu... Bir anda zihin ekranında dalgaların küçük bûseler kondurduğu bir koy canlandı. Bir koy ki, denizin dalgasına ve dalganın taşıdığı tuza hasret olsun. İşte böyle bir hayâlin eseri olarak aşağıdaki mısra hayat buldu şâirin gönlünde. 

Söylenmemiş söze hasret 
Tutuşmayan köze hasret 
Yanağında tuza hasret 
Koylar gibi hep ayrıyız

Dedik ya, gönül şelâlesi en ihtişamlı kelimelerle çağlıyordu. İki sevgiliyi ayıran bir köy düştü şimdi de şâirin aklına. Bu köy öyle bir olmalıydı ki, ortasından bir nehir geçsin ve iki yakası bir araya gelemediği için sevgililer ayrı düşsün. 

Beni gönlüne yâr seçen 
Açılmasın sakın peçen 
Ortasından nehir geçen 
Köyler gibi hep ayrıyız 

Sözünü hitâma erdirirken şâir, bu derin hasretin şarkısını söylemeliydi ve öyle de yaptı. 

Yırtılınca özlem kını
Yaktı gönlü gamlı tını 
Her ân hasret şarkısını 
Söyler gibi hep ayrıyız 

25 Ağustos 2024 / Saat: 14.27 / Karaman Otogarı

Yazarın Diğer Yazıları