Faruk Gökbulut (Kul Kozâkî)

Babam!

Faruk Gökbulut (Kul Kozâkî)

Yıllar ilerledikçe şunu çok iyi kavradım; en büyük mârifeti sadece ve sadece dünyâya gelişime vesîle olmasıymış. Evet sadece bir vesîle... 

Onu size burada uzun uzun anlatmayacağım. Çünkü anlatırsam kırık dökük kelimelerle buhran yüklü cümleler kurmak mecbûriyetinde kalırım. Bu da sizlerin kalbini burar ve eminim ki zihnini çoookkk yorar...

Bütün bunların yerine ben size ömrünün son dokuz yılında birlikte olduğum ve bana doksan yıllık "Baba Olma" hazzını yaşatan Bekir Sıtkı Erdoğan'ı yani manevî babamı anlatacağım. 

Evet dediğim gibi "Manevî Baba"... Maneviyat adına ne varsa hepsini sığdırmıştı yürek denen o bir avuçluk kaba. Ben de kevserler yudumlar gibi manevî hazların bir çoğunu onunla tedris etmiştim. 

Yeni tanıştığımız ilk zamanlardı; Zeliha Annemin o meşhur Pazar günü kahvaltısında her biri birbirinden lezzetli börekler, çörekler, sarmalar eşliğinde çaylar yudumlanmaya başladığında sorular Zeliha Anne'den gelmişti. O, sadece ve dikkatle dinliyordu. Ne kadar zaman geçmişti bilemiyorum ama Zeliha Anne'den gelen soru şu idi: "Sıtkı Bey, Faruk evlâdım da bizim manevî oğlumuz olsun mu?". Bunun üzerine ben şaşkınlık; fakat bir o kadar büyük mutluluk ve heyecan ile Bekir Baba'mın gözlerinin içine baktım. Onun sorusu çok kısa idi: "Ne dersin oğlum?". Buna "Evet" cevabından başka ne denirdi ki!?.. 

Bu cevabı verdiğim yıl 2005 idi. Sonrasında geçen dolu dolu dokuz yılı yayına hazırladığım romanımda okuyucularıma takdim edeceğim diyerek, sözü şiirin büyülü kelimelerine bırakıp bendeki "Manevî Baba" kavramının içini ağzına kadar dolduran Bekir Sıtkı Erdoğan'ı anlattığım "BABAM" şiirine bırakalım. Sürç ü lisan ettiysek affola diyorum. 

Buyurun şiirimiz gelsin;

Yürekten verdiğin bir tek selâmın,
Düşmanını bile yenerdi babam! 
Her bir nasihatin, sözün, kelâmın; 
Yoluma tuttuğun fenerdi babam!

Sensizken sarsıldı; rûhum, özüm de;
Hiç mecâl kalmadı, yorgun sözümde...
Delice akarken yaşlar gözümde;
Yağmur utancından dinerdi babam!

Sözüme güç, kuvvet katardı adın;
Edep öğretmekti bir tek maksadın!
Gittiğin gün yetim kalan evlâdın;
Çekilip köşeye sinerdi babam!

Özlemin kıvılcım oldu çıraya;
Yıllar yılı hasret girdi araya;
Ömrümün vebâli geçip sıraya;
Şu yorgun sırtıma binerdi babam!

İncitmez demiştin kardeşi kardeş;
Sendeki hoşgörü ummanlara eş...
Gündüz seni gören o eşsiz Güneş;
Kendinden utanır sönerdi babam!

Onuru, vakarı nefse gem edip;
Şefkât otağında aşkı dem edip;
Dostu düşmanıyla bile cem edip;
Semâzen misâli dönerdi babam!

Bugün pek çok insan hasret sevgiye;
Mevlânâ misâli "Gel" diye diye;
Herkese umudu verdi hediye;
Nice kırık kalbi onardı babam!

Sildi hep husûmet denilen kiri;
Yardım etti incitmeden fakiri!
Öpöz kardeşiyle küs kalsa biri;
Çölün ortasında donardı babam!

On yıldır özledim uzak visâli;
Ona benziyor rûhumun her hâli!
Yanımda olsaydı kartal misâli;
Gönül dağlarıma konardı babam!

11 Haziran 2024 / Saat: 09.34 / Mersin

Yazarın Diğer Yazıları