Yazı ve sözü meze olmaktan çıkarmak
Dr. Salih Gürbüz
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” (Şura 30)
Ayeti ilk okuduğumuzda anladığımız bu dünya hayatında üzülmelerin, sıkıntıların aslında insanın kendi kendine yaptıklarının neticesi olduğudur.
Yani ayette ifade edildiği gibi (Yunus, 44)“Allah insanlara hiç zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmeder”.
Fakat yaşadığımız çağın özellikle iyice bencilleşen ve şımaran insanı hataları, zararları, sorunları kendi dışında arıyor ya da başına ne gelirse hep kendi dışına mâl ediyor.
İnsan hayatındaki birçok sorun ise hep iletişim temellidir. İletişim engellerine ve sorunlarına sebep olabilecek etmenleri yine kendimiz üretiyoruz. Kimlerle, nasıl konuşacağımızı bilemediğimizde, ya da iletişim biçimimizi iyi yönetemediğimizde sorunlar üzerimize musibet olup yağıyor. İnsan ağzını “gönül yapmak için mi, gönül yıkmak için mi” açıyor? Dil bir sofradır. Bu sofraya tatlı da, acı da konulur. Sofradakiler geçiştirmelik de olabilir, doyurmalıkta… Dil sofrasının adabını bilmediğimizde ise döküp, saçarız.
Günümüzde insanların aşırı boyutlarda paylaşımlarda bulunduğu internet ortamlarında, sosyal medya hesaplarında güzele ve iyiye olan türlü sözlerin paylaşıldığına şahit oluyoruz. Ama bu paylaşımlar hep paylaşıldığı yerde, ve yazıda kalıyor.
“Söz uçar, yazı kalır” deriz ya! Bunu yeniden yorumlamak gerekiyor. Hep yazıyoruz veya yazılanları beğeniyoruz, paylaşıyoruz. Ancak sadece beğeniyi paylaşmak gibi kısır bir döngünün içindeyiz. Paylaşmanın manasını da sanala sıkıştırdık. Beğenileni ve güzele ait olanları gerçek hayatın içine yansıtamaz ve davranışlarımızla bu beğenilenleri paylaşamazsak mevcut sorunları daha da artırmaktan ve laf kalabalığından başka bir şey ortaya çıkmaz.
Laf paylaşmak yerine sarf edilen lafın gerektiği şekilde davranabilmek önemli. Burada sorulması gereken, sadece laf kalabalıklarında mı yaşıyoruz, yoksa laftan öteye geçebiliyor muyuz?
Amaç sözü uçurmak, güzel olan sözleri, güzel davranışlarla, gönüllerin inşası için başka gönüllere uçurmak olmalı. Sadece yazıya takılı, tıkılı kalan, ya da yazıyı zindanlaştırıp, kendini yazılanların efsununda sarhoş edenlerden olmamalıyız.
Güzelin kıtlığından ve iyinin kuraklığından çorak hayatlarımızı baharlaştırmak için, yazı ve sözü meze olmaktan çıkarmalıyız.
Yazıdakini anlayabilmek, sözü sahiplenebilmek ve sözü davranışlarıyla eyleme dönüştürmek,” gönül, dil ve davranış” üçlüsünü bir arada kullanabilmek maharettir.