
Mülteci Sorunu
Ayla KAYMAZ
Osmanlı tarihini çok severim. Dönem dizilerini, belgesellerini, gerçeklerini. En gururumu okşayan durumlardan biri de Osmanlı’nın kozmopolit bir yapı olması ve bünyesinde pek çok ırktan tebaa barındıracak kudrete sahip olduğu hatta ve hatta bu azınlıkların ülkede rahatça dinlerini yaşayıp diğerleriyle ilişkilerini sürdürebilmesi. Bazen günümüzde de acaba korunmaya çalışılan bu mudur diye düşünüyorum?
Gözüm garip bir anne, yanında iki çocuk gözlerini benden kaçırıp hızlı hızlı yürürken , nereden de geldi defolup gitseler artık diyemiyorum ama anneme bazenleri yardıma gelen Sultan teyzenin de;” Devlet onlara çok güzel gıda yardımında bulunuyor mercimek, pirinç onlarda daha ucuza bize satıyorlar.” sözlerini kalbime bir bıçak yemiş gibi dinliyorum. Yok hazmedemiyorum.
Para istemesinler tabi gidip çalışsınlar bu şuralı, o buralı diyoruz ya. Ona da sızlıyor kalbim, okul yüzü görmesi gerekirken niye burda çalışıyor bu çocuk diyorum dönüp. Sonra aklıma aynı dili konuşmadıkları halde araya serpiştirildikleri ve evlatlarımızın bu durumdan sebep müfredattan geri kaldıklarını anımsıyorum. Sitem ediyorum.
Empati yap Ayla diyorum böyle gaddar olma. Savaştan kaçtı bu insanlar, ne yapacaklardı ya da ne yapabilirlerdi diyorum gözlerim doluyor. Ama sonra ülkesini korumak yerine kaçmış bu insanlar benim ülkem de taciz ediyor, tecavüz ediyor, gasp ediyor bu oran yabancı uyruklularca giderek artıyor görüyorum canımı sıkıyor.
Herkesin hikayesi bambaşka. Bu yabancı uyrukluların içinde iyisi de var biliyorum, kötüsü de. Kimi mecburen geldi ama kimi sınırda bir denetim mekanizması yok diye geldi belki de. İşte hani oh benim ülkemde rahatça sefa sürüyor, hastanelerde geçiş üstünlükleri var , en iyi üniversitelere sınavsız giriş yapıyorlar diye öfkeden deliriyorum kabul. Ama çaresizlikten ikinci eş olarak birine sığınmak zorunda kalan ve bunu yapan benim ülkemin beyleri olduğu için, bu durumu karılarına karşı bir tehdit unsuru olarak kullandıkları için kendi ülkemin adamına da kızıyorum. Bre melun!!!
Kendi özümüzü korumaya çalışmak , evlatlar görsün bilsin ki yaşatsın diye binbir mücadele verdiğimiz değerlerin arasında kaybolan güzellikleri tuhaf sokak tabelalarında , çalan müziklerde, kaba saba iletişimde gördükçe boğazım düğüm düğüm oluyor.
Bizlerde yurtdışına seyahat etmeyi seviyoruz giderken örneğin vizesiz bir ülke seçelim, ekonomisi güzel olsun şeklinde değerlendirmelerde bulunuyoruz evet ! Ama kendi ülkende ciddi paralar döküp ancak üç beş gün kalabildiğin tatilinde bilmem nereli ablaların çok ucuzdu biz o nedenle bir ay konaklayacağız dediğini duyduğunda da e burası benim değil mi diyorsun uğunuyorsun içine içine!
Kimseyi gücendirmek istemem başta Gayretullah’ı… O nedenle ki hiç bir ülke ya da uyruk ismi vermek istemedim çünkü benim derdim ne bir Suriyeli, ne bir Rus, ne bir Afgan ile. Benim derdim azınlığa verilen iltimasların ölçüsü ile. Nasıl sen azınlık olarak girdiğin bir ülkede yarın bu bayrak burada olacak, biz savaşmadan üreyerek burayı kuşatacağız, sen alamıyorsun ama ben senin ülkende senin önünden geçemediğin bir mağazadan poşet poşet alışveriş yapıyorum diyebilirsin. Uçak biletini alıp, diş implantı yaptırıp taksi sarısı saçlarını boyatıp ülkene geri dönerken nasıl benim ülkemi ağzına dolayabilir, insanımı hor görebilirsin! Yine söylüyorum derdim hiç bir ülke ya da ırkla ilgili değil. Ülkenin gidişatı, durumu ve programlanmamış entegrasyonu ile bekası beni endişelendiren. Yani bunu ülkemde on bin , yirmi bin mülteci ile beraber yaşasam duyduğum kızgınlık ve şefkat arası duyguda kendime ayıp be sus otur deyip bunu konuşmaya hatta yazmaya haya ederdim ama TUİK verilerine göre 4 milyona ramak kalmış bir mülteci koruma altında . Bu 4 milyon sadece Suriyeli. Afgan’ı, Pakistanlısı daha yok bu sayıda … E ne yapalım ? Bir kahve yapayım da düşünür müyüz konu üzerine yoksa yine bir karanfil bırakıp ayrılayım da kapansın mı konu?