
Carpe Dıem
Ayla KAYMAZ
Sosyal medya da gezerken bir arkadaşımın İtalya seyahatinden fotoğraflar paylaştığını gördüm. Bir görüntü beni donuklaştırdı, duygulandırdı ve yeniden anımsattı. Neyi mi? Buyurun anlatayım.
Bundan yaklaşık on sene önce, Ocak ayıydı. Sabahın erken saatlerinde, içime dolan kahve kokusuyla dışarıyı izliyordum o kocaman pencereden. Durmadan sallanıyor olmaya alışmış gibiydim. Ritmik olarak bir ses duyuyor ve yaklaşık her onbeş saniyede bir titriyorduk adeta. Saçlarımı sımsıkı toplamış, bu seyahat için aldığım babetlerimi giymiş, en sevdiğim kokuyu özenle sıkmıştım. Çok sevdiğim bir arkadaşımla bir hayalimi gerçekleştirip yeni yılın ilk gününde uzaklara uçmuştum. En çok arzuladığım şeylerden birini yapıyordum. Farklı bir ülke, farklı bir dil, farklı bir kültür, farklı insanlar ve yemekler. Peki ya neydi beni sabahın bu erken saatinde o camın önüne oturtup düşüncelere garkeden iç sıkkınlığının sebebi? Neden bu kadar huzursuzdum?
“ Signora! “ diye seslendi Marco. Kokusundan orta kalitede olduğunu düşündüğüm bir fincan filtre kahveyi bana uzatırken, o muhteşem İtalyan aksanıyla karışık İngilizce birşeyler söyledi.
“ Sallandığın için mi uyuyamadın? Burası Roma ve altımız su , buna alışsan iyi edersin.” demişti yarı kızgın bir ifadeyle. Sadece gülümsedim kendine ve dışarıyı izlemeye devam ettim.
“ Ah gurban olduğum gel böyleyken böyle…” diyemeyeceksem ne diye anlatayım sana niye uykusuz kaldığımı Marco Paşa!
Kahvemi yudumlarken şunu söyledim kendime; “ Evet Ayla Roma’dasın. Yeni yılın daha ilk günlerinde ,yeni yılda yapılacaklar listesine eklediğim birşeyi yapıyordum ve bu durum bu denli buhranlı olmamalıydı.” Kendimle konuştukça sanki cevapları buluyordum. Her nerede kimleysem, yanında olamadığım kişi için üzülüyordum. Her neredeysem olamadığım yeri özlüyordum. Her ne yapıyorsam yapamadığım şey için karın ağrısı duyuyordum. Kesinlikle sorunum buydu. Çok küçüktüm belki de ve o an nerede değilsem o olmadığım yerin bana daha iyi geleceği düşüncesiyle kaplıydım. Kafamdaki meşgaleleri kenara bırakıp devam edebilecek bir insan değildim onları da taşıyarak dahil olacaktım her neyse konu. Ve bir hayali gerçekleştirirken bu manasız hüzne bir son vermeliydim. O an söz verdim kendime. “ Carpe Diem !” diye fısıldadım. Bir daha bu fırsatı ele geçiremeyebilirdim, her saniye herkesle olamaz, herkese yetemezdim. Buna bir son vermeli ve anı yakalamalıydım. Yarın yapılacak tonlarca şey olabilirdi, bugün burada olduğum için ulaşamadığım elimi uzatamadığım bir dostum olabilirdi ama anlaşılabilirdim. Yani bir yolu vardı hepsinin. Dünü ya da yarını fazlaca düşünerek anı öldürmemeye söz verdim kendime. Çevrem de insanlar ,beni bekleyen , beklenti dolu insanlar olacak, sorumluluklar ,işler hep olacak, neşelendirdiği kadar beni üzen şeylerde olacak ama onları bir odaya koyup gönlümde biraz bekletmeyi öğrendim bundan on yıl önce. Anı yaşamayı, dönen diğer şeyleri duraklatmayı, o koyduğum odanın kapısını bir süre kapatmayı öğrendim anlayacağınız.
İşte gördüğüm o kare beni o ana götürdü yeniden. Kendi içsel yolculuğumu anımsadım, sözümü hatırladım. İşte o gündür yetişemediğim şeyler için hayıflanmıyorum, bende insanım diyorum. İşte o gündür sihirli güçlerim yok iki farklı yerde aynı anda olamam ben sadece bir insanım diyorum. İşleri, günlük telaşeleri gününde yapıyor ama yapamadıklarım için kendine müsaade et diyorum. Bir başkasına gösterdiğim o müsemma ve nezaketi bende hak ediyorum. İşte o gün bugündür o tezgah yansa, evrak taşsa, kuyruk olsa o kahveyi içiyorum. Omzumu öpüp hadi diyorum. Ya sen?