TYB Konya'da 'Konevî'de Fıkıh' konuşuldu

TYB Konya Şubesi Başkan Yardımcısı ve NEÜ Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Akman'ın yönettiği, 'Sadreddin Konevî'nin Kırk Hadis Şerhinde FIKIH' konulu programı NEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Bilgili sundu.

TYB Konya'da 'Konevî'de Fıkıh' konuşuldu
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Pandemi sebebiyle çevrimiçi olarak gerçekleştirilen programda Sadreddin Konevî Hazretlerinin hayatı, yaşadığı dönem ve eserleri hakkında bilgi veren Doç. Dr. İsmail Bilgili, Konevî’nin “Kırk Hadis Şerhi” isimli eserinde yer alan bazı Hadis-i Şeriflerin özelinde fıkıh ile irtibatını anlattı. 

Sadreddin Konevî’nin, yazdığı eserleri ve bıraktığı tesiriyle tasavvuf tarihine yeni bir dönem açan âlimlerden olduğunu, dönemin önde gelen hocalarından dersler aldığını ve İslâm düşünce sisteminin metafizik alanına yoğunlaştığını söyleyen Bilgili; “Tasavvufî yönü ile daha çok bilinen Konevî, aslında İslâm’ın üç temel direği olan iman, amel ve ahlâkı bir bütünlük içinde ele almıştır. Aslında bu bakış açısı, bu yaklaşım İslâm ilim geleneğinde sürekli var ola gelen bir durumdur. Cibril hadisiyle de özetle ifade edilen bu üç asıl ilim kelâm, fıkıh ve tasavvuf ilmidir. 

Konevî, gerçek arifi dünya ve ahiret hayatından yüz çevirmeyen, dünyaya ve ahirete ‘hakkını veren’ insan olarak kabul eder. Eserlerinde tasavvufî anlayışı, genellikle hükümlerin iç manalarını kavramayı, manevî boyutlarına ulaşmayı, meselelerin sırlarına, inceliğine vakıf olmayı kendine ilke edinmekle birlikte hükümlerin zâhir manalarını da ihmâl etmemiş, önemsemiştir. Eserlerinde zâhirî ahkâm olan fıkıh ilminin konularına kısmen de olsa değinmiş, fıkhî izahlara yer vermiştir. Fıkıh konularına değindiği eserlerinden biri de Kırk Hadis Şerhi’dir.” Dedi.

Konevî’nin, amelde Şafiî fıkhına tabi olduğunu ifade eden Bilgili; “Genel olarak ilk dönem sûfîleri tasavvufu, fıkıh ve kelam gibi ilimlerin sınırları içinde gördüklerinden tasavvufun meşruiyetini, fıkıh ve kelâm ilimlerine olan uygunluğuna bağlamışlardı. Şeriat-hakikat ya da zâhir-bâtın üzerine oturan tasavvuf, dinî hakikatlerin anlaşılmasının esas yollarından birisi olarak kabul edilmişti. Bütün tasavvuf teorisyenlerinde, şeriat-hakikat veya zâhir-bâtın bir bütün içerisinde sunma çabası, en belirgin yön olarak dikkat çekmekteydi. Dahası, onlar, şeriat ya da zâhir ulemasının otoritesini kabul etme hususunda hiçbir tereddüt taşımıyorlardı. Bu tasavvuf anlayışı, belirli ölçüde gelişim kaydederek İbnü’l-Arabî’ye kadar ulaşmıştı.” Dedi.

ŞEYMA BIYIKLI

Bakmadan Geçme