- Haberler
- Kültür-Sanat
- Konya Aydınlar Ocağı'ndan vefa!
Konya Aydınlar Ocağı'ndan vefa!
Konya Aydınlar Ocağı, Türkiye ve Avrupa ülkelerinde uzun yıllar imamlık ve vaizlik yapan Yaşar Uludağ'ın 80.yaşı sebebiyle Saygı Gecesi düzenledi. İl Halk Kütüphanesi Salonundaki programda Uludağ Kıbrıs, Hollanda ve Avusturya'daki hatıralarını anlattı.
Programın açılış konuşmasını yapan Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü, Yaşar Uludağ’ın İslâmî eğitimin kısıtlı olduğu yıllarda erken yaşta hafız olduğunu ve meslek hayatı boyunca tebliğ hizmetlinde bulunduğunu söyledi.
Daha sonra kürsüye gelen Yaşar Uludağ, Peygamber Efendimizin (Gurur ve kibrin kokusundan dahi Allah’a sığınırım) dediğini hatırlatarak, “Şeytanı şeytan yapan gururu ve kibridir. İnsanın kendine gurur vesilesi yaptığı şeylerin hepsi aslında Allah’ın ihsanıdır. Ortada, insana ait gururlanacak, kibirlenecek bir şey yoktur” dedi.
Konya’nın Derbent ilçesinde on iki kardeşin en küçüğü olarak 1944 yılında dünyaya geldiğini kaydeden Uludağ, “Kardeşlerim beş yaşını geçemeyince ailem bana (Yaşar) adını vermiş. Babam dokuz sene hiç izin kullanmadan askerlik yapmış, İstiklâl madalyası sahibi bir insandı. Ninem, savaş bitip tezkereye geldiğinde oğlunu tanıyamamış. O yılların Levazım bölüğünde, bir zeytin tanesinin dört lokmada yenileceği yazılıdır. Anlayalım ki, bayrağımız kendiliğinden dalgalanmıyor” dedi.
Dokuz yaşında hafız olduğunu ifade eden Uludağ, “Eğitim, öğretimin dayakla mümkün olduğu zannedilen bir dönem yaşadık. Çocukların ayaklarına kesik atıp sonra tuz basan hocalar vardı. Hatta dayaktan çoğun öldüğünü de duyduk ama bu gerçek mi söylenti mi bilemeyiz. Böyle yanlış usuller yüzünden dinden soğuyanlar da oldu” diye konuştu.
Beş yaşındayken Kur’an talimine başladığında, Kursa birinin gelip “Müfettiş geliyormuş, Kur’anları saklayacakmışsınız” diye haber verdiğini de gözleri yaşlı anlatan Uludağ, “Hocamız çaresiz, (Kur’an’ları ve elifba kitaplarını saklayın) dedi ama koyacak yerimiz yoktu, dört duvar arasındaydık. Hasırın altına koymamızı söyledi. Hasırın altına koyup üzerine oturduk ve o müfettiş gelip bizi teftiş ederek gitti. Böyle günler yaşadık” dedi.
Avusturya’da görevli olduğu yıllarda Uşaklı 57 yaşında bir şahsın kendisine müracaat ederek Kur’an okumak istediğini ve elifbayı öğrenme de dâhil, beş derste Kur’an’ı yüzünden okuduğunu anlatan Uludağ, “Bu kadar kolay bir eğitim bizim ülkemizde zorlaştırılıyor. Çocuklarımıza Kur’an’ı öğretmeye gayet edelim” tavsiyesinde bulundu.
İslâm Enstitüsünde talebeyken Hadim’e vaiz olarak görevlendirildiğini ancak uzak olması nedeniyle zorlandığını anlatan Uludağ “Sonra Çumra’ya tayin edildim. Buradayken İmam Hatip’te din derslerine de girdim. 1975 yılında da Kıbrıs’a tayin edildim. Adada cami yoktu. Bir kiliseyi camiye çevirdik. Pencereleri çok aşağıdaydı ve kıble cihetindeki mezarların üzerinde büyük hac işaretleri vardı. Cemaate söyledim ama ilgilenmediler. Balyozla onları yok edip üzerini toprakla örttüm. Sonra da zeytin ağaçları ektim. Rauf Denktaş’tan, okullara din dersi konulmasını isteyip, derslere ücretsiz gireceğimizi söyledim. Gittiğim okulda müdür selam almayı bilmiyordu. Sonra Dektaş, köylere de vaaz vermemi istedi. Gittiğim köyün muhtarı (Bizim Allah’la, Peygamberle işimiz yok. Bize para lâzım, ekmek lâzım) dedi. Kahvehanede vaaza başlarken besmele çekince içeride olanlar çıkıp gitti. Kıbrıs o yıllarda dinden bu kadar kopuktu. Hatta Fazıl Küçük’ün gazetesinde, bizim verdiğimiz din derslerini eleştiren yazılar yazıldı” dedi.
Kıbrıs’ta üç yıl görev yaptıktan sonra Hollanda’ya tayin edildiğini anlatan Uludağ, “Gittiğim zaman fevkalade güzel bir tabiatla karşılaştım ama bizim Karadeniz’i görünce oraların Alaaddin Tepesi gibi yapay olduğunu anladım. Benzinlikte çalışan pompacının bile üç yabancı dil bildiği bir memleketti. Biz de çocuklarımıza mutlaka yabancı dil öğretmeliyiz” diye konuştu.
Üş yıllık Hollanda görevinden sonra Avusturya’ya tayin edilip altı yılı aşkın süre görev yaptığını vurgulayan Uludağ, “İlk gün bir eve iftara davet edildim. Abdest almak istediğimi söyleyince, dört daireleri katta diğerleriyle birlikte tuvalet sırasına girdim. Böyle tuhaf bir kültürel yapıları vardı” dedi.
Konya’da üç yıl Cezaevinde vaizlik yaptığını da anlatan Uludağ, “Emekli olduktan sonra Osmanlıca Kılavuzu” adlı kitabı yazıp yayınladım. Ribat Radyosunda programlar yapmaya başladım. 2007’den itibaren ondan fazla Avrupa ülkesine Mevlânâ programları yapmak üzere davet edildim. 36 yılı aşkın imamlık ve vaizlik hayatımdaki müşahedem; biz maldan, malzemeden, zamandan çalıyoruz. Bir zamanlar Danimarka’da aleni cinsel münasebetler yaşanırken bugün İslâmî esasların uygulanmasında o ülkeler Türkiye’nin önüne geçti” şeklinde konuştu.
Batının Kiliseler Birliği kurduğu gibi İslâm dünyasının da İslâm Birliğini tesis etmesi gerektiğinin altını çizen Uludağ, “Gazze’de Müslümanlar öldürülürken batı seyrediyor, Müslümanlar da seyrediyor. Gâvur, fıtratının gereğini yapıyor da Müslüman fıtratının gereğini yapamıyor. Müslüman kıtlık ve tufan helâkından emindir. Çünkü Peygamberimizin bu husustaki duası kabul olmuştur ama ümmetin bölünüp parçalanmaması yönündeki duası reddedilmiş. Çünkü Allah bu hususu insanın iradesine bırakmıştır” dedi.
Hattat Hüseyin Öksüz’den hat dersleri aldığını ve kitabındaki hat yazılarının da kendine ait olduğunu anlatan Uludağ, “Musiki ile de ilgilendim, ney üfledim. Ama musiki de yabancı dil gibi nankördür, ilgilenilmediği zaman unutuluyor” diyerek sözlerini bitirdi.
Program sonunda Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü ve emekli Müftü Mehmet Emin Parlaktürk, konuşmacı Yaşar Uludağ’a kitap ve belge takdim etti.