Erguvanlar tarihi mekanlara ayrı bir güzellik katıyor
Baharın gelmesi ile birlikte, özellikle tarihi mekanların olmazsa olmaz çiçeği olan erguvanların açması bu yerlere yeni bir ruh getirdi. Tarihi Fatma Sultan Konağı'nada bu görüntüler ayrı bir güzellik kattı.
Şairlere, yazarlara ilham kaynağı olan Erguvanları açması ile birlikte tarihi mekanlara yeni bir hava getirdi. Konya'da da bu görüntüler her yıl olduğu gibi bu yılda baharın gelmesiyle birlikte tarihi Meram Fatma Sultan Konağı'nda dikkat çekiyor.
Çiçeği baharın habercisi olan erguvan ağacı, baklagiller familyasından 2 ile 10 metre boylarında olup, kışın yapraklarını döken bir bitkidir. Anavatanı Kuzey Amerika, Akdeniz havzası ve Batı Asya iken, Türkiye’de Marmara ve Ege bölgesinde yaygındır. Erguvani renkteki çiçekler, ilkbaharda belirmeye başlar, yaza girmeden sona erer.
Erguvan ağacının isimlendirilmesinde genellikle büyüleyici rengine atıfta bulunulur. Kelimelerin kökenine baktığımızda hemen hepsi Akadça’da mor rengi ifade eden argamannu sözcüğüne denk gelir. Aramice’ye argvana, Aramice’den Arapça’ya ercuvani ve oradan da Türkçe’ye argavan diye geçmiştir. Günümüz Türkçesi’nde erguvan halini almıştır. Bununla birlikte Kutadgu Bilig’de yer alan on yedi çiçek isminden biridir. Deliboynuz, selecek ve zazalak diye de bilinir.
Hristiyan inancına göre İsa’nın on iki havarisinden biri olan Yahuda, İsa’yı yakalamaya gelen askerlere, onun kim olduğunu göstermek amacıyla yanağına kondurduğu ölüm öpücüğü sonrasında utanca kapılmış ve bu durum yüzünün adeta erguvani bir renk almasına neden olmuştur. Ardından, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi sonrasında Yahuda kendini bir erguvan ağacına asarak intihar etmiştir. Söylenir ki erguvanın rengi de, gerek ihanetinin utancından, gerekse de ölümün kanının renginden eflatun tonundan pembeye doğru dönüşmüştür. Batı dillerinde erguvan ağacı Yahuda Ağacı anlamına gelen Judas Tree şeklinde isimlendirilir.
Renkler, insan kültüründe her zaman belirleyici bir yere sahiptir. Roma ve Bizans’ta erguvan rengi kraliyeti temsil eder. Bizans’ta erguvan, soylular ve imparatorlarca sahiplenilmişti; kendi aile ve atalarını erguvan kanlı olarak adlandırmışlardı. Sadece imparatorlar erguvani pelerin giyebilirdi, halkın bu renk pelerin kullanması yasaktı. Kimyasal olarak bu rengin üretilmesi o dönemlerde son derece zordu, bu durum kendilerini insanüstü olarak gören hükümdarların, erguvan rengini sahiplenmelerini anlaşılabilir bir hale getirir.
M.S. 330 yılında İmparator I. Konstantin, İstanbul (Byzantium) şehrinin adını Yeni Roma olarak değiştirdiği sırada rivayete göre erguvan mevsimiymiş. Tarihçiler bu günü 11 Mayıs olarak kabul ederler. Sanki İstanbul’un kuruluşuna dem vururcasına 11 Mayıs günü, eflatundan pembeye dönen çiçekler adeta bir renk cümbüşü yaratır.
Roma’da da erguvani renk imparatorluğa aitti. Bir Roma imparatorunun bebeği doğduğunda erguvani renkte bir beze sarılır ve bebeğe porfirogenet (erguvanlar içinde doğmuş) denilirdi. Romalı askerler, Hz. İsa’nın göğsüne Yahudilerin Kralı yaftasını asmadan önce ironi maksadıyla ona erguvan renkli bir bez giydirmişlerdir.
Osmanlılarda ise Rodos fatihi genç Kanuni, şövalyelerin büyük reisi L’Isle-Adam’ı erguvan renkli bir çadır altında kabul etmiştir. Çadır (otağ), Osmanlı kültürüne göre sembolik bir öneme sahipti. Örneğin çadırın ortasına dikilen direk, evrenin merkezini ve hayat ağacını temsil etmekteydi. Günümüz Hıristiyan kardinallerinin giydiği cübbe de erguvan rengindedir. Katolik inancına göre büyük perhiz sırasında ve Noel’de doğru yola dönüş, tövbe ve pişmanlığı simgelemiştir.
Tarihin en eski çağlarına baktığımız zaman, şamanların hastalıktan korunmak ve kötü ruhları def etmek için erguvanları kullandıklarını görmekteyiz. Türk kültüründe canlılığını sürdüren ve baharın gelişini kutladığımız Hıdrellez gibi erguvan da adeta baharın gelişini haber veren mevsimlik bir bayramdır. Hıdrellezde doğayla barışık olma ve ondan yararlanma dileği öne çıkar. Bu geleneklerin temelinde yaratılış, türeyiş, yeniden doğuş ve canlanma ritüelleri yer bulur. Zaman kavramı açısından işlevselliğine baktığımız zaman, Hıdrellez ile erguvanın köklerinin ortak temellere dayandığını söyleyebiliriz.
“Erguvana şiir söyleme, anlatamazsın. Kendisi şiir. Gör ve duy, kâfi.” (A. Süheyl Ünver)
“Gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa o da erguvandır.” (Ahmet Hamdi Tanpınar – Beş Şehir)
Boşversene Sen Niye Beklemeli, Edip Cansever
Nerdesin ey benim her gün yeniden doğan oğlum
Sevginin çoğul oğlu
Senin ülkende yalnız bütün özlemler
Bilirim yalnız orda, içtenlik, erinç, coşku
Bayrağındaki bir tek çiçekli dalla
Orda uçsuz bucaksız
Olanca görkemiyle bir erguvan imparatorluğu
Geceye Karşı Şiir, Attila İlhan
büyük bir rüzgâr dinledik dünya bahçesinde
erguvanî çiçekler açmıştı erguvanlar
tebessümler vardı toprağın yeşermesinde
ve gökler de çiçeklenmişti erguvanlar gibi
biz insan selamları duyduk havada kanat kanat
yola çıkmış yedi iklim dört bucaktan turnalar gibi
toprak nefes nefese ve yıldızlar çırılçıplak
serviler üşüyüp ürperdiler bu akşam
mesut olmak dedik çocuklar gibi mesut olmak
Söylenir, Turgut Uyar
sıcak yaz
solgun bir coğrafya gibi belleğimde
şapkalar çiçekler eski elbiseler
geçmişi olan eski elbiseler
denizden çıkan bir ışık
unutulmuş bakımsız arka bahçeler
öyle oldum ki anlatamam
her mevsimde sonbaharı taşlayan
bir çocuk nasıl olursa öyle
belki de bitip tükenmeyen
bir fetih döneminde
atlar nasıl kişnerse
yani durgun bir suyun
erguvandan aldığı renkle
gidip geldim caddelerde
Fatih nerdeydi Samatya nerde
nerden gidilirdi Üsküdar’a
düşünüp durdum günlerce
Ağaç, Ahmet Haşim
Gün bitti. Ağaçta neş’e söndü.
Yaprak âteş oldu. Kuş da yâkut.
Yaprakla kuşun parıltısından
Havzın suyu erguvâna döndü
Ave Maria, Orhan Veli Kanık
Ve gemisinde Kleopatra?
Neden yine kaynaştı havalar?
Saadet mi getiriyor rüzgâr
Dolarak erguvan atlaslara?
Bahçelerden Uzak, Yahya Kemal Beyatlı
(Ahmet Hamdi Tanpınar’a)
Beklemem fecrini leylâklar açan nîsânın,
Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın.
Aynalar Ve Zaman, Hilmi Yavuz
erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı
şair! bahçelere özenecek ne vardı?
işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ
ne aradık sözcüklerin kuytularında
ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?
Zaman’ın sırı hala duruyor olmalı ki üzerimizde
biz bakınca görünen aynalardı
nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı
bir yazın tiniyle bir güzün bedeni
hem birleşti hem de ayrıldı sizde
şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını
o derin sulara kapılmış şiirlerinizde…
nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:
kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden
geriye sadece kuytular kaldı
Ve Görmemiz Bilmediğimiz Birini, Behçet Necatigil
Bir görümlük. İlk çekimleri gibi sigaraların
İlk yudumunda bira.
Keskin vurdu bir erguvan görüntü
Batı vakti sulara
Uçtu iki kırlangıç karşılıklı paralel
Parladı söndü bir çelik çizgi.
Karşıt yönlerde iki taşıt hızla
Kesişti, geçti.
Bir yüzdü gördüğünüz, bir gözdü
Bir gizli akım.
Size öyle geldi, bakışında:
Ben senin olaydım.
Ve çoktur batı vakti sulara
Böyle karşılaşmaları götürmeniz
Deniz dibi yosunlarında
Çürürken eski gemileriniz.
Çocuksun Sen, Ahmet Telli
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan
Döneceğim, Melih Cevdet Anday
Dağıtır saçlarını ve yalvarıp uzaktan
Mavi bir iklim gibi çağırır beni sesin,
Tertemiz göklerinde dal dal erguvan açan
Rüyalarıma ışık ve özlem serpmektesin.
Bir mayıs sabahını yaşayacak böcekler
Çılgın karanfillerle dolacak yeşil saksın,
Ve sen bir fidan gibi yeşermiş olacaksın,
Serin, çakıl yollarda kuşlar birikeceklere.
Artık Yaşamak İçin, Ziya Osman Saba
Düşünceli yürürken, bir yol dönemecinde
Çıkacak ömrümüze beyaz dallarla bahar.
Hatırlatacak bize şen çocukluğumuzu,
Erguvanlı bir bahçe, mor salkımlı bir duvar.
İstanbul, Birhan Keskin
ben istanbul’a çok benzerim sevgilim
onca iştiha içinde onca keder.
çın çın bin ses imkanıyken
sesin göbeğinden çatlayıp orada kaldığı yer.
sorunun sorulduğu yerim ben,
cevabın alındığı yer!
bir yanım erguvan bir yanım gül ve laleler
bir yanda serseri otlar, başıboş, plastik çiçekler
kök dal dolanmış duvarda birbirine koyu keder.
Eski Nisan, Ataol Behramoğlu
Canımın yongası, sevdiğim,
Bir kaç gün çaldık ilkbahardan
Geçtik yıllardır özlediğim
Erguvan ışıklı kıyılardan
Güneş Özlemi, Necati Cumalı
Çeksem kapıyı gitsem
Taşları arasında çimenler biten
Kaldırımlar boyunca gitsem
Açık pencerelerinden beyaz yorganlar görünen
Işıklı dut gölgelerinden
Fakir mahallelerinin akkavakları
Yalansız suyla güneşle büyüyen
Ordan öte katırtırnakları sarı sarı
Bir erguvanlar vardı
Pembe mi desem deli mi desem
Döktü Rengini Sessizce, Şükrü Erbaş
Eflatun esintiler içinde titredi incecik
Aynı içten kokuyla iki ayrı erguvan
Birisi bir küçük evin içedönük bahçesinde
Süsledi sevgisini iki pembe avucun
Öbürü bir mezar başında öksüz
döktü rengini sessizce…
Özeti, Refik Durbaş
Kuşların dilini öğrettin bana
çiçeklerin dilini
özlemlerin, eylüllerin, gurbetlerin
akarsuların ve zamanın
ateşi sönmeyen zamansızlığın bir de
Rüzgârın koynunda gündüzün
erguvan burcundan gecelerin
Bir bunun için mi sevmedim seni?