- Haberler
- Kültür-Sanat
- Akşehir Kitap Atölyesi 'CANTEMİR' romanını değerlendirdi.
Akşehir Kitap Atölyesi 'CANTEMİR' romanını değerlendirdi.
Akşehir Kitap Atölyesinin bu ayki toplantısında, Yazar Bülent Keskin'in 'CANTEMİR' romanı değerlendirildi.
Her ay birlikte belirledikleri bir kitabı okuyup, bunun hakkındaki düşüncelerini birbiriyle paylaşan Akşehir Kitap Atölyesi üyelerinin bu ayki toplantısında inceledikleri eser Bülent Keskin’in “CANTEMİR” adını verdiği romanıydı. Akşehir Kitap Atölyesi üyeleri altını çizdikleri ve beğendikleri yerlere değinirken, dilinin sadeliği ve anlaşılabilir olması sebebiyle okumakta sıkılmadıklarını, özellikle bazı yerlerde duygulanıp, hüzünlendiklerinden de bahsettiler. Aileleri Rumeli’den, Kırım’dan, Kafkasya’dan göç ederek gelmiş olan üyeler, aile büyüklerinden küçük yaşlardayken duydukları bu birbirine benzer acı hatıraların gözlerinde canlandığını belirttiler. Baskıyla, zulümle göç etmek zorunda kalanların çektikleri acıların onları hiç görmeyen torunlarının ruhunda izler bırakabileceği, bu acıyı gönlü olan herkesin hissedebileceğini söylediler. “Babasını gözleriyle gören birinin gözbebeklerinde gördüklerini mi arıyordu o da çok farkında değildi sanırım! Sevenler sevdiklerini onu görenlerin gözbebeklerinde de aramaz mı?”
Babasını, sadece siyah beyaz bir fotoğraftaki hâliyle görmüş bir evladın yıllar sonra karşısına çıkan bilmediği bir lisanda yazılmış iki defterle karşılaşmasıyla yaşadığı şoku atlatmasından sonra neler yaşadığını, neler hissettiğini, Kafkasya’daki Mingi Tav’ın karlı eteklerinden Kırım’a, İstanbul’a, Berlin’e, Köln’e ve sonunda Varşova’ya kadar uzanan bilinmeyen ve tahmin edilemeyecek bir hayatın varlığından haberdar olmanın hüzünlü hâlinin anlatıldığı bu romanın arka kapağında şu metin bulunuyor.
“Doğduğu toprakları bir daha görmemek üzere göç etmek zorunda kalan bir ailenin yapayalnız kalmış son ferdiydi Cantemir, hayal meyal hatırlıyordu annesini, babasını ve biraz da dedesini! Umutla çıktıkları yolda yaşadıklarını, onu nelerin beklediğini bilme ihtimali de yoktu zaten. Çoğu insanın tahayyül bile edemeyeceklerini yaşamaya başladığında artık hızla akan bir nehrin akıntısında kalmış gibiydi belki de! Mingi Tav’ın eteklerindeki köyünden, Üsküdar’ın güzel bahçeli evlerine, Darüleytam’ın yüzü soğuk taş duvarlarından, Berlin’in kömür isinden grileşmiş havasının insanı boğduğu caddelerinde yalnız başına yürüyordu. İttihat ve Terakki Fırkası’nın önde gelen yöneticilerinden Talat Paşa, Enver Paşa, Dr. Nazım Bey, Dr. Bahaeddin Şakir Bey, Cemal Azmi Bey ile hayatının çakışacağını aklına bile getirmezken bir anda bambaşka bir dünyada buluvermişti kendini! Onların ve daha nicelerinin vatan uğruna neler yaşadıklarını, gözlerini kırpmadan tüm zorluklara göğüs gerdiklerini, canlarını bu uğurda vermekten imtina etmediklerini anladığında hayatının başka bir mecraya doğru ilerlediğinin farkında mıydı sorusunun cevabını ise bu romanı okuyacak kıymetli okurlar verebilecektir.”